Giriş

Page

Yarım asra yakın bir zamanda tamamlanan bu araştırma, İslam toplumunun yaşamakta olduğu krizi açıklamakta ve insanların neden psikolojik ve entelektüel kaos içerisinde debelendiğini ortaya koymaktadır.

Araştırmamıza Allah’a tamamen ihtiyaçlarımıza uygun olarak bolca bahşetmiş olduğu nimetleriyle mütenasip şekilde çokça hamd ederek başlıyoruz. Allah’ın salâtı/desteği ve selamı elçi olarak gönderilmiş bütün nebilerin ve kıyamete kadar onlara güzellikle tâbi olanların üzerine olsun. En hayırlı müşfik elbette Allah’tır. Nitekim O, en büyük merhamet sahibidir.

Bu araştırma, daha önce hiçbir Müslüman toplumda denenmemiş kelimenin tam anlamıyla yeni/özgün bir metoda dayanmaktadır. Düşünce yöntemi açısından ilk bakışta benzer görünen bazı girişimler olmuşsa da bunlar bizim ortaya koyduğumuz yöntemden cevher/öz itibarıyla oldukça uzaktır.

Bu araştırma, dinin hakikati, Kitap ve nebiler hakkında sapkın ve şaşırtıcı inançların kök salmasıyla oluşan dezenformasyon uzunca bir süre etkili olduktan sonra tüm insanlık için hakkın/gerçeğin apaçık ortaya konması hususunda bir ilktir. Gelenek mirası, modernizasyon, gerçeklik dilinin ve düşünce özgürlüğünün simülasyonu gibi sloganlarla şer/kötülük; hiçbir itirazla karşılaşmadan dilediğini yapmakta, ilmin ve dinin hikmetinin kendinde olduğunu iddia etmektedir! Kapkaççı kurt kuzu postuna bürünmüş ve Allah’ın dinini kapıp kaçmıştır. Bu yüzden ahlak yok olmuş, değerler kaybolmuş, insan ve insanlık bilinci en derin çukura yuvarlanmıştır!

İşte bu gerekçeyledir ki bizim bu sahte dini, bu bâtıl yöntemi ve gerçek hedeflerini -Hz. İsa’nın şu sözleri çerçevesinde- ortaya çıkarmamız mutlak surette gereklidir:

“Kutsal Yazılar’ı ve Tanrı’nın gücünü bilmiyorsunuz. Yanılmanızın nedeni de bu değil mi?” (Matta 22:24).

“İsa kendisine iman etmiş olan Yahudiler’e, “Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız, gerçekten öğrencilerim olursunuz. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak” dedi.” (Yuhanna 8:31-32).

İnsanoğlunun bu yerkürede güvenli ve huzurlu bir hayat sürebilmesi için Allah’ın dinini Allah’a arz etmemiz kaçınılmaz bir hâl almıştır.

Mevcut gerçekliğimizde birtakım karmaşık zorluklar söz konusudur. Bu nedenledir ki, bir yönden insanlık olarak bizim diğer yönden ise Mushaf-ı Şerif’in derin, uzun ve kapsamlı bir bakış açısı olmadan yaşadığımız mevcut zor durumdan çıkabilmemiz kolay değildir. İşte bu sebeple bu kitabımızda ellerimizde bulunan Mushaf’ı derin bir incelemeye tâbi tutacağız.

Günümüzde Müslümanların karşı karşıya kaldığı bu kayıp birçok birikimin sonucudur. İhtilaf, Rasulullah Muhammed’in (s) vefatından hemen sonra Sakife’de başladı. Kısa bir süre sonra sûfi, aklî, şiî/tarafgir vb. grupların yorumları ortaya çıkmaya başladı. Böylece çok sayıda grup ortaya çıktı, dallanıp budaklandı, genişleyip yayıldı. Bir de baktık ki kendimizi Alehissalâtu Vesselâm’ın şu sözünün önünde buluverdik:

“Sizden önceki ümmetlerin yollarına girecek, karış karış, adım adım onları takip edeceksiniz! O derece ki, bir kertenkele deliğine girseler siz de peşlerinden gireceksiniz!” (Buhari, Enbiya 50). Zira biz Yüce Allah’ın şu sözünü terk ettik:

“Allah’tan çekinerek korunun. Bunu size Allah öğretiyor. Her şeyi bilen Allah’tır.” (Bakara 2:282).

 

İnsanlar el-Alîm olan Allah’ın öğretisini bırakıp insanların öğretisini aldılar!

İşte bu şekilde onların peşine takılıp karanlık bir deliğe girmiş olduk. On dört asırdır bu delikte hapis kalmaya devam ediyoruz! Tâ o zaman başladı; akla karşılık nakil yolunu tutmamız, nassa karşılık yoruma yapışmamız. Böyle böyle ortaya çıktı tüm şüpheler, fırkalar, yorumlar. Bunlar arasındaki sürtüşmeler de günümüze kadar sürüp geldi. Nihayetinde bu tek dinden birçok din türedi, bu yüce dinden ve yüksek hedeflerinden olabildiğince uzak çeşitli gruplar ve çok renkli görüntüler ortaya çıktı.

Bu grupların aralarındaki mücadele o denli kızıştı ki iş tefsir, usul, akide ve dini tanımlamada, hattâ Allah anlayışında bile ihtilafa kadar uzadı.

Biz bu kitabımızda Allah’ın Kelâmı’nı sadece Allah’a irca edeceğiz. Bunu da Allah Teala’nın şu sözünü aklımızda tutarak ve Allah’ın Kitapları’na mutabık bir yönteme dayanarak yapacağız:

“Oysa onun tevilini (bağlantılı olduğu âyeti) sadece Allah bilir. Bu ilimde sağlam duruş gösterenler şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem, müteşâbih ve tevil) Sahibimiz katındandır.” Zikre (doğru bilgiye) sadece sağlam duruşlu olanlar ulaşabilirler.” (Âl-i İmran 3:7).

Allah’ın yaptığı tevili tezekkür yöntemine dayanacağız ve asla kendi hevamızla tevil yapmayacağız. Tarih boyunca yazılmış tefsirlerden tamamen uzak duracağız…

Biz biliyoruz ki, insanların bilgileri -yanlışa düşmüş seleflerinin anlayışlarına mahkûm olduğu için- uzun süre hakikatten uzak kalagelmiştir. İnsanın bundan kurtulabilmesi için mutlaka -beşerin öğretisine değil Allah’ın öğretisine dayanan- eleştirel yeni bir okuma yapması gerekir. Bu adımı atmak hiç de kolay değildir. İnsanlar da bunu kolaylıkla kabul etmeyecektir. Çünkü insanlar tih vadisinde yaşıyorlar ama orada yaşadıklarını inkâr ediyorlar.

Dinin en olgun kıvamına ulaşması iki hususa bağlıdır. Birincisi; âyetlerin ve kitapların hakkıyla idrak edilmesidir. İkincisi ise; hayatımızın temelini oluşturur hâle gelinceye kadar bu âyetlere ve kitaplara sıkı sıkıya bağlanmamız ve sürekli bunlara uygun davranmamızdır. Bu yaklaşım tüm varlıklar için bu şekilde işlemektedir.

 

Durgun sulara taş atacağız

Mushaf’taki her bir kelimenin bir medlûlü/delalet ettiği anlamı vardır. Dolayısıyla hiçbir kelime asla bağlamından koparılamaz. Aksi takdirde Allah’ın kelâmı/sözü yani o sözün anlamı yok olur.

Günümüzde mevcut duruma gelince; bilginin bu denli otorite kabul edilmesine, bunca teknolojik ilerlemeye, bilgi birikimine ve bilgi devrimine rağmen maalesef geçmişten çok da üstün değildir. Zira günümüz düşünürleri de öncekilerin yorumlarını yeni elbiseler içinde sunmaktan öteye gidememiştir. Böylece Mushaf, modernizm fabrikasında yeni bir yöntemle yeniden tahrif edilmiş/çarpıtılmış oldu!

Ondört asırdır İslam dünyası ve Müslüman insan kayıpta! Peki, bunca zaman kayıp durumu neden devam etti? Hakikati neden öğrenemiyoruz? Hakikat bizi neden özgürleştirmiyor?

 

Allah’ın kitaplarını kim çaldı?

Özelde İslam dünyasının genelde bütün dünyanın yüzyüze kaldığı bu kaybın sebebi, Hz. İsa’nın dediği gibi Allah’ın kitaplarını bilmememiz ve kul ila Mabud’un irtibatının kopuk olmasıdır. Nitekim hâlâ Allah Teala insan hayatının merkezî düşüncesine oturmuş değildir. Yaratan’ın yerine beşer yapısı yeni tanrılar konmuştur. İnsan, Allah’ın kendisine ne söylediğini kavramadığının da bilincinde değildir.

Hz. İsa’nın sözü tam da acı içinde kıvranan insanın gerçekliğini ifade etmektedir. Günümüz insanı kayıptadır, kitapların ne olduğunu da bilmemektedir. Peki, kaybolmaktan korunabilmek için bilmemiz icap eden bu kitaplar nedir? Nerededir bu kitaplar? Bu sorular çözüme ulaşabilmemiz için işaret fişeği görevi görecektir. Aslında herkes ortada bir sorun olduğu konusunda müttefiktir. Ancak, sorunun tanımlanması ve çözüm yolları konusunda ittifak yoktur.

 

Müslümanların elinde bulunan kitap nedir?

Müslümanlar şaşmış, sapmış ve kaybolmuş durumdadır. Bu soruya bir cevapları yoktur. Bazen onun “Kur’an” olduğunu söylüyorlar, bazen “Kur’an-ı Mecid” diyorlar, başka zaman “Furkan”, “Kur’an-ı Kerim” ya da “Zikr” diyorlar.

Peki daha isminden başlayarak muhtevasına varana kadar birçok özelliğinde ihtilafa düştükleri bu kitabın hakikati nedir?

Suhuf-ı Mutahhara: Tertemiz Sahifeler” nedir? Bize kadar nasıl ulaşmıştır? Onları okumanın yöntemi nedir? Nasıl anlayacağız onları? Bu sahifeler tek bir kitap mıdır yoksa birkaç kitap mıdır? Bu sahifelerin surelerinden her birinin muhatabı kimlerdir? Bütün bu sorular başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Yüce ve Kadîr olan Allah’tan bizi bu meselede hakikatin özüne ulaştırmasını niyaz ederiz.

 

1- Mushaf bize nasıl ulaşmıştır?

Tertemiz Sahifeler’in indirilmesi ve insanın Yaratıcısı ile irtibatının kurulması süreci üç kutuplu bir mekanizmayla gerçekleşmektedir:

  1. Gönderen; ki Allah’tır
  2. Gönderilen; ki bunlar da;
    1. Melekler,
    2. Ruhu’l-Kuds,
  • Cibril,
  1. Mikail ya da
  2. Ruh’tur.
  1. Kendilerine gönderilen; ki bunlar da;
    1. İnsanlar,
    2. Yakîn ile inananlar,
  • İman edenler,
  1. Takvalı/sorumlu davrananlar ve
  2. Müslümanlar.

İşte Allah Teala tasnifini bu kadar açık şekilde yapmakta ve Kitab’ın kimlere indirildiğini ayırt etmektedir. Müttakilere mi, mü’minlere mi yoksa mûkinlere/yakîn ile inananlara mı indirmiştir Kitab’ı? İşte Allah bu denli ince bir sıralama yapmaktadır.

Demek ki Mushaf’ın yolculuğu şu şekilde gerçekleşmiştir:

  • Mushaf; Allah’tan -> Rasul’e (meleklere), -> beşeriyete (nebiler ve el-murselîn: insanlar için gönderilenler), -> müttakiler, mü’minler, Müslümanlar ya da insanlar.

Allah süreci bu şekilde belirlemiştir. Tâ ki, rasullerden/elçilerden sonra insanların Allah’a karşı bir mazeretleri kalmasın.

Allah, melekler ve rasuller sıkı ilişki içindeki kesimi oluşturur. Melekler ve rasuller Rablerine isyan etmezler. Bu kendi içerisinde uyumlu bu kesimin varlığı Mushaf için zorunlu bilgi mahiyetindedir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“Musa belirlenen vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca dedi ki…” (A’râf 7:143).

Burada ayetin iki bölümü bulunmaktadır:

Birincisi; Hz. Musa belirlenen buluşma yerine geldiğinde melekler de oradaydı.

İkincisi; Rabbi onunla konuşmuştur, ancak “Rabbi onunla konuşunca” anlaşıldığına göre Rabbinin konuştuğunu bize haber veren meleklerdir.

Keza Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“O Zikr’i (Kitab’ı) sana Biz indirdik Biz. Onu koruyacak olan da Biziz.” (Hicr 15:9). Burada konuşan, Zikr’i indiren ve Allah’ın emri doğrultusunda onu koruyan meleklerdir:

“O melekler Allah’ın emrine karşı gelmezler; kendilerine ne emredilmişse onu yaparlar.” (Tahrim 66:6).

Mushaf’ın gökten yeryüzüne yolculuğu işte bu şekilde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla risaletin/mesajın doğru gelmesi ya da birbirini izleyen bu silsile olmaksızın, keza muhatap, kendilerine gönderilen ve mesajı yüklenen nebi olmadan anlaşılması mümkün değildir.

O hâlde, Mushaf; Allah’tan nebilerine -Ruhu’l-Kuds, Cibril, Mikail ve Ruh gibi- çeşitli melekler aracılığıyla gelen mesajlar/mektuplar olmaktadır.

 

Mushaf’ı Okuma Yöntemi:

Mushaf’ı diğer kitapları okuduğumuz gibi mi okuyacağız? Mushaf sarf, nahiv ve belagat kurallarına mı tâbidir yoksa o, başka hiçbir kitaba benzemeyen, kendine özgü bilgi modeline mi sahiptir?

Mushaf Arap dilinin kurallarına, şartlarına ve terimlerine tâbi değildir. Onun herhangi bir dilin canlı ortamına uzaklığı ya da yakınlığı söz konusu olmadan kendine özgü manası vardır. Peki, o zaman Arap dilinin kurallarına ve özelliklerine tâbi olmadan Mushaf’ı nasıl anlayacağız?

Mushaf’ın okunması “dîn-i qayyim: her zaman geçerli sapasağlam yasa/ doğru hesap” yöntemi ya da ölçütüyle mümkün olabilir. Nitekim Allah’ın kendisi de “Qayyûm”dur:

“O, Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, sürekli işinin başındadır.” (Bakara 2:255). Şu ayetin delaletiyle O’nun dini de “qayyim”dir:

“Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur.” (Tevbe 9:36).[1] Yani, Allah’ın dini ve kitapları bizatihi kaimdir, sapasağlam ayaktadır, kendi varlığından haber vermektedir, bazı ayetleri diğer ayetlerini tefsir etmektedir. Allah -lafızları ve manalarıyla oynanmaması için- kapıyı açık ve muğlak bırakmayıp Mushaf’a ince ve sıkı bir nizam koymuş, ona özgü eşsiz bir oluş gerçekleştirmiştir. İşte bu yüzden şöyle buyurmuştur:

“Bilmiyorsanız, o Zikr’i ehline/bilenlere/uzmanlara sorun.” (Enbiya 21:7).

Ehl-i Zikr’in tanımı Mushaf’ta mevcuttur. Allah tarafından kendisine Zikr verilmiş olan Zikir ehlindendir.

“Allah, doğruları tercih edeni sırât-ı müstakime/ doğru yola yöneltir.” (Bakara 2:213) ayetinde Allah doğru yolun tanımını ziyade ya da noksan olmaksızın oldukça detaylı yapmaktadır. Sonra şöyle demektedir:

“İşte bu Benim dosdoğru yolumdur; onu takip edin, başka yolları takip etmeyin, yoksa o takip sizi Benim yolumdan ayırır. Bunlar da Allah’ın sizden istekleridir, belki O’ndan çekinerek kendinizi korursunuz.” (En’âm 6:153 ve 126).

Kaynağı Allah olan her kelimenin tanımını O’nun kitaplarında tastamam buluruz, insanların akıllarında ya da sözlüklerde değil.

Mushaf, Kelamullah’ı/Allah’ın Sözü’nü bilebilmek için kullanılan bütün bilişsel kalıpları çürütmektedir. Mushaf’ın kendi terimlerini yorumlayışı ile müfessirlerin yorumlanışını karşılaştıran basit bir çalışma yapacak olursak, bu terimlerin büyük çoğunluğunun Mushaf’taki bağlamından nasıl koparıldığını görürüz. Böylece, Allah’ın kitaplarında mevcut dini ile oluşturulan bu yeni din arasında hiçbir alaka olmadığı da görülecektir.

Mesela, “müttaqîn: müttakiler” terimini Mushaf içerisinde incelediğimizde Allah’ın yaptığı, özel ve sınırları belli “müttaki” tanımı buluruz. Bu terimi müfessirlerin kitaplarında aradığımızda ise Allah’ın kendilerine indirmediği delillere/yetkilere dayanarak çok çeşitli tanımlar yaptığını ve terimi muğlaklaştırdıklarını görürüz.

Mushaf’ın kendine özgü yapısı vardır. O kadar ki, aynı Mushaf, onu okuyan iki kişiden biri dalalete düşerken/ sapıtırken öbürü hidayeti/ doğru yolu bulur. Burada hidayete ya da sapıklığa yol açan sebepler Mushaf’ta mevcuttur. Bu konuda Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“… Bu yolla Allah, birçoğunun sapıttığına, birçoğunun da yola geldiğine karar verir. Sapıttığına karar verdikleri sadece fâsıklar/ yoldan çıkmış olanlardır. Fâsıklar, Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayırarak ve yeryüzündeki tabii düzeni bozarak sözlerinden cayanlardır. Zarar edenler işte onlardır.” (Bakara 2:26-27).

Dîn-i qayyim: doğru din”in kendi kendini takdim yöntemini araştırdığımızda şu hususlarla karşılaşırız:

  1. Birçoğunu onunla yola getirir,
  2. Birçoğunu onunla saptırır,
  3. Fâsıkları onunla saptırır. Fâsıklar da şöyle tanımlanır:
    1. Kesinleşmesinden sonra Allah’a verdikleri sözü bozarlar,
    2. Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayırırlar,
    3. Yeryüzündeki tabii düzeni bozarlar.
    4. Zarar edenler işte onlardır.

Bütün bu tefsirler/ açıklamalar/ yorumlar, Allah Teala’nın şu sözü çerçevesinde anlaşılmalıdır:

“Elif! Lâm! Râ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.” (Hûd 11:1).

Mushaf’ta “fâsık”ın tanımı apaçık, muhkem/sapasağlam ve mufassal/ayrıntılı şekilde yapılmıştır.

Mushaf’ın “dîn-i qayyim: doğru din” yöntemine uygun şekilde yorumlanması din adamlarının altından halıyı çeker alır ve bu dini saf, derin ve tek olan özüne geri döndürür.

Mushaf’taki her bir kelime, durak, işaret ve harf muhkemdir, mufassaldır, her işinde hikmetli ve her şeyden haberdar Allah tarafından gelmiştir.

Dîn-i qayyim: doğru din” yöntemine uygun okunduğu takdirde Mushaf’taki anlamların zamanın, mekânın ya da okuyucuların değişmesiyle değişmeyeceği görülecektir. Zira Allah’ın dini tüm zamanlar ve tüm mekânlara elverişlidir. Çünkü bu dinin kaynağı “el-Qayyûm: diri ve sürekli işinin başında” olan, asla değişim ve dönüşüme uğramayan Allah’tır ve bu din dosdoğru, değer yüklü ve sapasağlamdır.

Qayyûm” kelimesi; “Allâhu lâ ilâhe illâ Huwe’l-Hayyu’l-Qayyûm: O, Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, sürekli işinin başındadır.” (Bakara 2:255) diye başlayan âyetelkürsinin başında da yer almaktadır ve “kendi başına var olan, yarattıklarının tamamından müstağni olan, onların hiçbirine ihtiyaç duymayan” anlamına gelmektedir. Tüm varlığı ayakta tutan ve onları koruyan O’dur. Tüm canlılığın kendisinden kaynaklandığı ana kaynak O’dur.

Tefsirlerin/yorumların tamamı “dîn-i qayyim: doğru din” kavramıyla çelişmektedir. Allah’ın dinine bizzat kendi sıfatını vermesi boşuna değildir.

 

Allah’ın dini O’nun zatını nasıl açıklamaktadır? O, nasıl “qayyim” olmaktadır?

Mushaf’ta anlamın üzerindeki örtünün kaldırılması için iki mekanizma kullanılmaktadır. Dolayısıyla anlam ya aleni ve zahirdir ya da gizlenmiş ve kapalıdır.

 

  1. Anlam aleni ve zahir ise genellikle şu şekilde gelir;
  2. Anlam çoğunlukla doğrudan sûrenin başında ve tefsire ihtiyaç duyan kelimenin hemen ardından gelir. Mesela;
  3. Elif, Lâm, Râ. Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirilmiş bir kitaptır. Daima üstün olanın ve her şeyi güzel yapanın yoluna.” (İbrahim 14:1). Bu durumda anlam şöyle olur: Elif, Lâm, Râ. = Bilinmeyen bir kitap, tanımı birazdan gelecek.

Hedefi = İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak. Yani (insanlara) yöneliktir.

  1. Elif, Lâm, Mîm! İşte Kitap budur, içinde şüpheye yer yoktur. Müttakîler için rehberdir.” (Bakara 2:1).

Elif, Lâm, Mîm = O Kitap. (Burada “zâlike” ism-i işaretini kullanarak ve “el” belirtecini ekleyerek uzak ve bilinen bir tek kitaba işaret ediyor). Söz konusu kitap uzakta olduğu için bu şekilde anılmıştır.

Kendilerine gönderildiği kimseler = Müttakiler.

  1. Elif, Lâm, Mîm, Sâd! Bu, sana indirilen Kitap’tır. Bu kitaptan dolayı içinde bir sıkıntı olmasın. Bununla uyarıda bulunasın ve inanıp güvenenler (müminler) onu akıllarından çıkarmasınlar diye indirilmiştir.” (A’râf 7:1-2).

Elif, Lâm, Sâd = Bir tek kitap ama bilinen bir kitap değil, daha sonra bir başka yerde onu tanımlayacak.

Kendilerine gönderildiği kimseler = Mü’minler. O, hidayet ve rahmettir.

O hâlde, “dîn-i qayyim: doğru din” yöntemine göre üç çeşit kitap vardır, tek çeşit değil: Birisi insanlar için, diğeri müttakiler için, üçüncüsü de mü’minler için olan kitap.

  1. Anlam bazen sûrenin ortasında gelir. Mesela;
  2. Yâ, Sîn! We’l-Qur’âni’l-Hakîm: Hikmetler içeren Kur’ân önemlidir.” (Yasin 36:1). Burada tanım Elif, Lâm, Râ; Elif, Lâm, Mîm ve Elif, Lâm, Sâd ile başlayan surelerde olduğu gibi sûrenin başında gelmemiş, bilakis 69. âyetinde gelmiştir:

İn huwe illâ zikrun we qur’anun mubîn: Bu, sadece doğru bilgi (zikir) ve (onu) açık seçik ortaya koyan Kur’an’dır.” Huwe = Yasin = Zikr ve apaçık Kur’an. Ataları uyarılmamış bir toplumu uyarman için.

  1. Anlam bazen sûrenin sonunda gelir. Mesela;
  2. Elif, Lâm, Râ! Tilke âyâtu’l-Kitâbi’l-mubîn: ” (Yusuf 12:1). Allah Teala, “Elif, Lâm, Râ”nın sembolü olduğu apaçık kitabı sûrenin sonunda tanımlamaktadır: “Onların hikâyelerinde sağlam duruşlu olanlar için dersler vardır. Bu (Kur’an) uydurulabilecek bir söz değildir. Önceki kitapları doğrulayan, her şeyi açıklayan, inanıp güvenen bir topluluğa bir rehber ve bir ikramdır.” (Yusuf 12:111).

İşte, “Elif, Lâm, Râ.” şeklinde sembolize edilen Yusuf Suresi bu şekilde tanımlanıyor. O, önlerinde olanı tasdik ediyor/onaylıyor, her şeyi ayrıntısıyla anlatıyor, inanan bir toplum için hidayet ve rahmet oluyor.

A’râf Sûresi’ndeki şu tanım da Yusuf Sûresi’ne işaret etmektedir:

“Onlara bir ilme göre açıkladığımız bir Kitap getirdik. O, inananlar topluluğu için rehber ve rahmet olur.” (A’râf 7:52).

Sonra bize yeni bir anlam vererek şöyle diyor: “İn huwe illâ zikrun li’l-âlemîn: O, herkese yararlı doğru bilgi (zikir) dışında bir şey de değildir.” (Yusuf 12:104).

 

  1. Anlam gizlenmiş ve kapalı ise;

Anlam bazen başka bir kitapta gizlenmiş ya da ona işaret ediyor olabilir. Mesela:

“O, bu Kitapta size şunu indirmiştir: “Allah’ın ayetlerine görmezlik edildiğini ve hafife alındığını işittiğiniz zaman onlarla oturmayın. Başka bir söze geçinceye kadar böyle yapın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz!” Allah, bütün münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa 4:140).

Keza En’âm Sûresi’ne gidersek şu âyeti görürüz:

“Ayetlerimiz hakkında uygunsuz söze dalanları görürsen konuyu değiştirinceye kadar onlarla ilgilenme. Şeytan unutturursa hatırladıktan sonra artık yanlışlar içindeki zalim topluluklarla bir arada olma.” (En’âm 6:68).

O hâlde buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Nisa Sûresi’nde işaret edilen kitap En’âm Sûresi’dir. Zira, Allah Teala’nın istidlal yoluyla bulmamız için bize bıraktığı alan işaret yoluyla Nisa Sûresi’nden çıkmaktadır.

Bir başka örnek verelim:

“Onları açık belgelerle ve hikmet dolu sayfalarla gönderdik. O Zikr’i (Kitab’ı) sana da indirdik ki kendilerine gönderilenin ne olduğunu o insanlara açık açık anlatasın, belki düşünürler.” (Nahl 16:44). Bu âyette geçen “Zikr”i tanımak için Fussilet Sûresi’ne gidiyoruz:

“Bu Zikir kendilerine gelince görmezlik edenler (ateşe atılacak olanlardır). Oysaki o, güçlü bir kitaptır. Batıl ona, önünden de arkasından da yanaşamaz. Doğru kararlar veren ve yaptığını güzel yapan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussilet 41:41-42).

O hâlde; Nahl Sûresi’nde meçhul bırakılan Zikr’in tanımı Fussilet Sûresi’nde tamamlanmıştır: O, güçlü bir kitaptır. Batıl ona, önünden ya da arkasından yanaşamaz. Doğru kararlar veren ve yaptığını en güzel kıvamda yapan Allah tarafından indirilmiştir.

Aynı istidlal yöntemini kullanmaya devam ettiğimizde Zikr’in ne zaman ve kime nazil olduğunu, Mushaf’taki sûrelerden hangisinin Zikr Kitabı olduğunu bulmuş oluruz.

İbrahim Sûresi’nden söz ederken, Zikr’in Allah’ın nebilerinden hangisine, nasıl ve ne vakit gönderildiğini geniş bir şekilde izah edeceğiz. Ama önce bunu nasıl yapacağımızı görelim.

 

Mushaf nedir, görevi/ mesajı nedir, müjdelediği din nasıl bir dindir?

Bu, gerçekten büyük ve ayrıntılı bir sorudur. Tefsir kitaplarında bu konuda çok fazla bilgi yer almaktadır. Ancak, bu sorunun cevabı Mushaf’ta son derece basit ve açık şekilde mevcuttur.

Mushaf birkaç kitaptan mı oluşmaktadır yoksa o tek bir kitap mıdır?

Delilimiz nedir? Allah mı yoksa tefsiri yapan kişi midir?

Yine araştırmamızı kendi kendini yorumlayan “dîn-i qayyim: doğru din” yöntemine uygun şekilde yürütelim.

1400 yıllık tarihimiz boyunca, bugüne kadar Mushaf’ın Kur’an olduğu hurafesiyle İslam aklı örtülegelmiştir! Yine, sanki Mushaf Muhammed aleyhisselama indirilen kitapmış, muhatabı da sadece oymuş gibi kabul edilegeldi. Oysa Allah Teâlâ bunun tam tersini söylemektedir:

“O beyyine, Allah’ın elçisidir, tertemiz sayfalar okur. O sayfalarda dosdoğru hükümler bulunur.” (Beyyine 98:2-3).

Yani, mevcut Mushaf’ta “dosdoğru/kıymetli kitaplar” yer almaktadır. “Kütüb: kitaplar” kelimesi tekil değil “kitap” kelimesinin çoğuludur. Peki, bu kadar sade ve basit bir anlam nasıl tahrif edildi? Şayet Mushaf Allah Teâlâ’nın dediği gibi birkaç kitaptan müteşekkil ise Mushaf’ta bu kitaplar nerededir ve kime nazil olmuştur? Bu kitapların hepsinde ilk muhatap hep Muhammed aleyhisselam mıdır? Yoksa Mushaf, Allah’ın tüm nebilerine indirdiği kıymetli kitaplardan mı oluşmaktadır? Her bir kitapta ilk muhatap başka bir rasul müdür? Ve Allah bize bu kitaplar ve nebiler silsilesini koparmamayı emretmiş midir?

Bu kitapları bilmek ilahi bir emir olup zaruridir. Zira, Allah Teala bu kitaplara iman etmemizi emretmiştir. Bize düşen zorlu görev bu kitapları ortaya çıkarmaktır. Zira onlara iman etmek ve onların mesajlarına uygun davranmakla emrolunduk. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

Âmene’r-Rasûlü bimâ unzile ileyhi min Rabbihî we’l-mü’minûn…: Bu elçi, Sahibinden (Rabbinden) kendine indirilen her şeye inanıp güvenmiştir, müminler de öyle! Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanıp güvenir. “O’nun elçileri arasında ayrım yapmayız.” derler. Şunu da derler: “Dinledik ve boyun eğdik! Bağışla bizi ey Sahibimiz (Rabbimiz)! Dönüp varılacak yer, Senin huzurundur.” (Bakara 2:285).

Yani, kim ki mesajı gönderen kaynağa (Allah’a), mesajı taşıyanlara (meleklere) ve bu kitapların kendilerine vahyedildiği rasullere/elçilere iman ederse… Bu silsile, Allah’ın iman etmemizi emrettiği silsiledir. Bu emir, dinin esasında öze ilişkin bir emirdir.

Mushaf birçok kitaptan oluşmaktadır. Yeryüzünde görev yapmış tüm nebilerin yürüyüşü bu Mushaf’ta mündemiçtir. Mushaf; Allah’ın tüm nebilerine ve elçilerine farklı zamanlarda göndermiş olduğu Kelamı’dır. İşte bu yüzden Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“… Likulli ecelin kitâb: Senden önce de elçiler gönderdik. Onlara eşler, evlatlar vermiştik. Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir ayet (belge, mucize) getiremez. Her çağın (dönemin) bir Kitab’ı vardır.” (Ra’d 13:38).

Belirli bir ecele/ zaman dilimine ait her bir kitap Mushaf’ın iki kapağı arasında korunmuştur. Allah’ın nebilerine iletmiş olduğu Kelamı, son derece kıymetli, kutsal, değer yüklü, tarihin yaprakları arasında unutulup gitmesi mümkün olmayan, bilakis beşeriyetin meşalesi olması için korunan sözlerdir.

Mushaf’ta mevcut tüm kitaplar mesajın ve dinin tek olduğunu göstermektedir. Bu mesaj Mushaf’ın iki kapağı arasında toplanmış ve muhafaza edilmiştir. Nebiler çeşitli dinler getirmiş değildir. Hiçbir nebi de Allah’ın dinini neshedip onun yerine yeni bir din koymuş değildir. Din tektir ve süreklidir. “Her dönemin ayrı bir dini vardır.” diyerek Allah’ın bitiştirilmesini emrettiğini biz kesip koparamayız.

Allah Teala beşeriyet için vazetmiş olduğu yöntemini değiştirmez. Sünnetini/yasasını da zamanın ve mekânın değişmesiyle değiştirmez. Kendi dinini lağvedip yerine yeni bir din koymaz. Bu sebepledir ki Allah Teala şöyle buyurur:

We men yettebi’ ğayra’l-İslâmi dînen felen yuqbele minhu…: Kim İslam’dan başka bir din arayışına girerse asla kabul edilmez. O, ahirette, kaybedenlerden olur.” (Âl-i İmran 3:85).

Suhuf-i mutahharadan/ tertemiz sahifelerden oluşan Mushaf’ta; Allah’ın Nuh aleyhisselam’dan Muhammed aleyhisselam’a kadar gelmiş geçmiş tüm nebi ve rasullerine göndermiş olduğu Kitapları mevcuttur. Bu kitaplar daha önce İsa aleyhisselam’a vahyedilmişti. Nitekim o bu durumu şu şekilde ifade etmişti:

“Babam her şeyi bana teslim etti. Oğul’u, Baba’dan başka kimse tanımaz. Baba’yı da Oğul’dan ve Oğul’un O’nu tanıtmak istediği kişilerden başkası tanımaz.” (Matta 11:27).

“İslam”; nebilerin hepsinin ortak dinidir. Onu Hz. Muhammed (s) tek başına getirmiş değildir. İslam farklı dönemlerde farklı isimlerle anılmış da olsa kesintisiz bir silsiledir, tek bir özden gelmektedir. Kurşunla berkitilmiş duvarlar gibi bu dinin halkaları birbirini tamamlar ve destekler. Dolayısıyla İslam, bütün nebilerin ortak dinidir.

Allah’ın bir ve tek olan dininin asıl taşıyıcısı, Mushaf’ta derlenmiş olan Kitapları’dır. Bütün bunlar melekler, Ruhu’l-Quds ve yukarıda açıkladığımız diğer taşıyıcılar tarafından Allah’ın tüm nebilerine göndermiş olduğu vahiylerdir. İsa aleyhisselam’dan sonra bu mirası Muhammed aleyhisselam üstlenmiştir. Nitekim Hz. İsa şöyle demiştir:

“Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. Gidip meyve veresiniz, meyveniz de kalıcı olsun diye sizi ben atadım. Öyle ki, benim adımla Baba’dan ne dilerseniz size versin.” (Yuhanna 16:15).

Nebi Muhammed (s), Allah’ın kendisiyle bir ve tek olan dinini tamamladığı son nebidir. Bu yüzden “hâtemu’n-nebiyyîn: nebilerin mührü/sonuncusu”dur.

Mushaf’ta muhatap daima Nebi Muhammed (s) değildir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey Nebi!…” Dolayısıyla mesaja muhatap olan nebiyi öğrenmemiz gerekir. Aksi takdirde Mushaf aleyhimizde şahitlik yapacak, cahilliğimize ve yalanımıza tanıklık edecektir.

Bu eserde bu kitapların nerelerde olduğunu açıklığa kavuşturacağız. Mushaf’ta mevcut olan Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an, Ummu’l-Kitab, el-Kur’anu’l-Kerîm, el-Kur’anu’l-Mubîn, es-Sultânu’l-Mubîn, Kitabu’l-Hikme, el-Hedy, es-Seb’u’l-Mesânî ve el-Kur’anu’l-Azîm ve Allah’ın Mushaf’ta derlenmiş olan diğer birçok kitabını tanımlayacağız. Bu kitaplar kendilerine verilen nebileri belirlemiş olacağız. Bunu da “dîn-i qayyim: doğru din” sistemini izleyerek yapacağız. Allah’ın tanımını yeterli göreceğiz ve O’nun kitaplarına yerleştirmiş olduğu işaretlerle yetineceğiz.

Bize bırakılmış bu kadim kitapları Mushaf’ın Tertemiz Suhufu/ Sahifeleri arasında bulacağız.

Bu çalışma, her bir nebi ile kitabı arasında irtibat kurmayı amaçlayan insan çabasıyla ortaya konmuş ilk çalışmadır. Nebilere vahyedilen kitaplar Mushaf’tan gösterilen delilleriyle açıklanmaktadır.

Davut aleyhisselama Zebur’un gönderildiğini söylüyorsak, Zebur’u Mushaf’ta arayacağız. Zira o Mushaf’ta korunmuştur, Allah onu tavsif etmiş ve tanımlamıştır, mazinin dehlizlerinde kaybolup gitmiş bir kitap değildir. O, önümüzde durmaya devam etmektedir. Biz de bu kitapta yer alan mesajları uygulamakla görevliyiz. Tabii ki, göğün ipinin yeryüzüne uzanmaya devam etmesini istiyorsak. Allah’ın tüm kitapları için aynı durum söz konusudur.

 

Mushaf’taki Hurûf-ı Mukattaa’nın Anlamı Nedir?

İslam dünyasında tartışmaya ve … en açık konulardan birisi belki de bazı surelerin başında yer alan hurûf-ı mukattaa/kesik harflerdir. Kimileri bu harflerin Âramca ya da Süryanca köklerine atıf yaparken kimileri de Allah’ın güzel isimlerinin kısaltması olduğunu iddia etmektedir. Surelerin isimleri olduğu görüşünde olanlar da vardır. Bazılarına göre de bu harfler, Allah ve Rasulü arasındaki birtakım sembollerden ibaret olup Kur’an’ın icazı/ insanlığa meydan okuyup onları aciz bırakması cinsinden kabul edilmektedir. Bunların ilahi sır olup Allah’ın onları kâinatta ortaya çıkarmadığını iddia edenler de olmuştur. Dahası, bu harflerin özel enerjilere sahip olduğunu, her birinin felsefi, fikrî ve sûfi birtakım meziyetleri olduğunu savunanlar da olmuştur.

Peki hakikat nerede, gerçek hangisi? Gerçeğin bu kadar çok ve çelişkili yüzü olamaz. Bilakis gerçeğin tek bir yüzü vardır. Peki, bazı Kur’an sûrelerine yerleştirilmiş olan bu harflerin hakikatini nerede bulabiliriz?

Bu harflerin anlam ve sayılarını, neyi işaret ettiklerini, belli başlı kitapları nasıl işaret ettiklerini detaylıca ele alacağız. Hurûf-ı mukattaa tam da Hak Teala’nın; “Bu yolla Allah, birçoğunun sapıttığına, birçoğunun da yola geldiğine karar verir.” (Bakara 2:26) cinstendir.

Oysa Mushaf hurûf-ı mukattaanın neye delalet ettiği hususunda oldukça açıktır. Peki, İslam dünyası bu açık anlamdan nasıl şaştı?

İslam dünyası yolunu şaşırmıştır. Çünkü Allah’ın emrettiği gibi davranmamıştır. Müfessirin söylediğini Allah’a arz etmek yerine kendi aklını ve vicdanını yeterli kabul etmiştir.

Müslümanların karşı karşıya bulunduğu gafletin ne boyutta olduğunu göstermesi açısından bir örnek sunmak istiyoruz:

“Tâ! Sîn! Bunlar Kur’ân’ın ve Apaçık Kitab’ın ayetleridir.” (Neml 27:1).

Anlam açık: Kur’an’ın ve Apaçık Kitab’ın sembollere Tâ ve Sîn harfleridir. Yani, “Tâ! Sîn!” sembolleriyle başlayan sure Kur’an’dır ve o aynı zamanda Apaçık Kitap’tır. Bu yorumu yapabilmek için doktora tezi yazmaya ya da Ezher fakihi olmaya gerek var mıdır?

Tâ ve Sîn harflerinin delaletiyle Kur’an’ı, Kitab-ı Mübin’i, her ikisinin muhtevasını bulmuş olacağız. Sonra bu Kur’an ve Kitab-ı Mübin kime nazil oldu, nelerden bahsetmektedir? Bu konuda Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Kur’an’daki ayetler arası ilişkilere bakmazlar mı? Eğer Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok sayıda çelişki bulurlardı.” (Nisa 4:82).

Peki, bu kadar büyük ihtilaflar nereden çıktı? Bunların Allah’tan gelmediği kesin. Bunca ihtilaf Allah’ın Kelamı’na kapalı akıllardan çıkmıştır.

Dünya nereye gidiyor böyle?… Çukura doğru mu yoksa nur havzasına mı? Allah Teala’nın emirlerine uygun davranmayacak olursa insanın ödeyeceği bedel nedir, şimdiye kadar ne bedeller ödemiştir, halen nasıl bedel ödemektedir? Uyuyanları nasıl uyandırabiliriz? Bu uzun gecenin sabah vakti gelmiştir artık!!!

Mushaf’ta belirli müsemmalar için konmuş bilinen lafızlar vardır. Aynı şekilde onun içinde birtakım kitaplar mevcuttur. Bu kitaplar birbirlerine tanıklık ederler, birbirlerini desteklerler. Mesela Zebur’a -ki daha sonra detaylıca göreceğimiz gibi A’râf Suresi’dir- iki sure tanıklık etmektedir: Nisa ve İsra sureleri. Casiye Suresi’ne Kasas Suresi tanıklık eder. Bu şekilde Kur’an sağlam bir yolla ağ gibi örülmüştür. Onda garazkârların sızacağı bir delik ya da boşluk bulmak mümkün değildir. Çünkü o ayetleri tahkim edilmiş ve birimleri birbiriyle sımsıkı irtibatlandırılmış bir kitaptır. Bölümleri birbirine tanıklık eder. Onda asla çelişki yoktur. İşte bu yapısı sebebiyle bütün insanlığa meydan okumaktadır:

“Yoksa onu “o (Muhammed) uydurdu” mu diyorlar? De ki; “Allah ile aranıza koyduklarınızdan çağırabileceğiniz herkesi çağırın da onun dengi bir sure getirin. İddianız doğruysa (siz de) uydurursunuz.” (Yunus 10:38).

Allah’ın Kitapları köklü bir yöntem üzerine bina edilmiştir. Mushaf’ın bir tek harfini silsek onun bütünlüğü bozulur. Nitekim “muhkem; tahkim edilmiş” demek büsbütün müdahaleye kapalı demektir.

Bu Mushaf 114 sureden oluşur. Bakınız: Şekil-1:

Bu sureler gelişigüzel değil belirli bir yönteme göre sıralanmıştır. Bu hususu derinlemesine inceleyeceğiz. Her bir kitabın Allah’ın elçilerinden hangisine nazil olduğunu açıkça ortaya koyacağız.

Her bir harf bir anlama işaret eder. Tâ ve Sîn harflerinin işaret ettiği bir anlam olduğu gibi Elif, Lâm, Râ harflerinin işaret ettiği bir başka anlam bulunmaktadır. “Zâlike’l-Kitâb: O Kitap” ise bir başka şeye işaret eder. İşte bu yüzdendir ki, Allah’ın beşeriyete karşı ortaya koymuş olduğu meydan okuma kıyamete kadar sürecektir.

İslam ve din, Allah’ın tüm insanlığa göndermiş olduğu tek mesajıdır. Mushaf-ı Şerif ise bu dinin ana derlemesidir. Birkaç kitaptan oluşur. Olağanüstü derecede dakik bir sisteme sahiptir:

“Bunu size Allah öğretiyor. Her şeyi bilen Allah’tır.” (Bakara 2:282).

Bu din Mushaf’ta tek bir cümleyle özetlenmiştir. Bu da hükmün yalnızca Allah’a ait olmasıdır. Bu da şu anlama gelmektedir: Tanımlamak, teşri yapmak/ şeriat koymak, otorite kurmak, esas merci olmak sadece Allah’a mahsustur. Öğreten de Allah’tır. “Allah, onların ortak saydıkları şeylerden uzak ve yücedir.” (Yunus 10:18).

“el-Hukmu lillâh; hüküm Allah’ındır.” demek, ortada bir kulun, bir mabudun ve bir dinin var olması demektir. Bütün bunlar bu kul-mabud ilişkileri üzerinde odaklanır. Mabud değişecek olursa din de değişir. Kul değişecek olursa; müslim, mü’min, müttaki diye yükselebileceği gibi müslim, zalim, kâfir, fâsık vb. bir silsileyle de alçalabilir de.

Esasında dinin özü şu ayette verilmiştir:

“Bana karşı diklenmeyin, teslim olarak bana gelin.” (Neml 27:31).

Müslimin/müslümanın tanımı da şu ayette verilmiştir:

“Allah’a teslim olanlar olgunluk peşindedirler.” (Cin 72:14).