Mushaf’ın surelerinden her bir sure ya bir kitaptır ya da bir kitabın bir bölümüdür. Keza, her biri bir ya da daha fazla nebiye indirilmiştir. İslam kültür mirası üzerinden bize ulaştığı gibi Mushaf; ismi Kur’an olan ve tamamı Muhammed aleyhisselama nazil olan bir kitap değildir. Muhatap da sürekli Nebi Muhammed (s) değildir.
Biz, ellerimizde mevcut olan ve Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi ile biten Mushaf-ı Şerif’in nihayetinde Muhammed aleyhisselama vahyedildiğini inkâr etmiyoruz.
Mushaf Muhammed’e (s) vahyedilmiştir. Ancak onun birçok parçası başka rasullere daha önce nazil olmuştur. Bu kitapların hepsinin bir arada tek vârisi Muhammed aleyhisselamdır. Aynen ondan önce Mesih aleyhisselamın bu kitapların varisi olduğu gibi.
Mesela; Araf Suresi Davut aleyhisselama indirilen Zebur’dur. Şura Suresi -ki “Ummu’l-Kitab: Kitab’ın anası/özü”dür, Nur’dur o- Muhammed aleyhisselama indirilmiştir. Hadid Suresi, Mesih aleyhisselama indirilen İncil’dir.
İşte bu şekilde Mushaf, “Suhufen Mutahhara: Tertemiz Sahifeler”den oluşmuştur ve onun içinde “Kutubun Qayyime: Çok Değerli Kitaplar” vardır. Böylece semandan yeryüzüne gelen risalelerin/mesajların bileşkesidir. Uzun zamanlar boyunca nebilerin silsile yoluyla aktardığı mesajların özüdür. Bu anlam, Allah Subhanehu ve Teala’nın şu sözünde mündemiçtir:
“57. Size diyorlar ki; “Eğer doğru yola, seninle birlikte biz de girsek, yerimizden, yurdumuzdan ediliriz.” Dokunulmaz ve güvenli olan bir bölgeye onları biz yerleştirmedik mi? Oraya her yerden her türlü ürün; ayrıca katımızdan da bir rızık getirilir. Ancak, onların pek çoğu bunu bilmez. 58. Biz, geçim bolluğu içinde şımarmış nice kentleri yaşanmaz hale getirdik. İşte oturdukları o yerler! Onlardan sonra pek az kullanıldı. Onların varisi biz olduk.” (Kasas 28:57-58).
Bu bölümü şu kitapların Mushaf’ın neresinde olduğunun tespitiyle sınırlayacağız: Tevrat, İncil, Zebur, Kitabu’l-Hikmet, Kitabu’l-Beyyinat, Kitabu’s-Sultâni’l-Mubîn, Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Mübîn, el-Kitâb, Kitâbu’z-Zikr vb. Allah’ın pek kıymetli kitapları…
Bu minval üzere bu bölümde her nebiyi ve ona vahyedilmiş olan kitabı ya da kitapları inceleyeceğiz.
Allah Teala bütün mesajlarını Mushaf’ın iki kapağı arasında korumuştur. Hem de ilk nebiye inen ilk kelimeden son nebiye inen son harfe kadar bütünüyle, noksansız olarak… Allah, kitaplarını koruma görevini beşeriyete bırakmamıştır. Bilakis onları, yeryüzündeki kısa hayatımız boyunca yolumuzu aydınlatan bir ışık olması için bizzat Kendisi korumuştur.
Delillerimizi Mushaf’tan getireceğiz. Bu deliller, “Dîn-i qayyim: doğru din” ölçüsüne uygun olarak nassın/ilahi metnin içinden olacaktır. Çelişkili cevaplar dışında bir şey vermeyen kültür mirasının kitaplarına dalıp boğulmak zorunda kalmadan, doğrudan kendi kendini tefsir eden/yorumlayan nassın içinden…
Her bir surenin/kitabın, Allah’ın ona vermiş olduğu bir adı vardır. Bu ismi delilleriyle birlikte ortaya koyacağız.
Her bir surenin/kitabın, kendine mahsus yöntemi ve diğerlerine benzemeyen özel kurgusu vardır. Çünkü bir veya daha fazla nebiye, bir ya da daha fazla ümmete/topluma nazil olmuştur.
Her bir surede/kitapta muhatabı belirlemeye çalışmak kaçınılmaz bir gerekliliktir. Tevarüs edegelen İslam düşüncesinde mevcut olan yaygarayı silip yok edebilmemiz için suredeki/kitaptaki muhatabı, hitabın tarzını, hedefini ve içeriğini bilmemiz gerekmektedir.
Okuyucuyu, Allah’ın Kitapları arasında faydalı bir yolculuğa çıkarmayı umut ediyoruz. Böylece farklı zamanlarda ve çeşitli şekillerde gelmiş olan ilahi vahiylerin biricik mesajını görmüş olacağız.
FATİHA
Sıra Numarası: 1
Yedi ayet olduğunu görüyoruz.
Her namazda, her rekâtta okuruz ve
“Suhuf-i Mutahhara: Tertemiz Sahifeler”den
okuyabildiğimiz kadarını bu surenin/kitabın üzerine ekleriz.
BAKARA SURESİ
Sıra Numarası: 2
İsmi: Nekâl; İbretlik Ders.
İsrailoğulları hakkındadır.
Mesih aleyhisselama verilmiştir.
Bakara Suresi “Nekâl: İbretlik Ders” olup İsrailoğulları hakkında Mesih aleyhisselama inmiştir. Çünkü Bakara Suresi’ne baktığımızda, burada anılan nebi ve rasullerin şunlar olduğunu görürüz:
Musa, Meryemoğlu İsa, Süleyman, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Esbât ve Davut.
Bakara Suresi’nde muhatabın Mesih aleyhisselam olduğunu sözün siyakından/gelişinden anlarız.
“Bakara: İnek”, şu ayetin delaletiyle aslında “Nekâl: İbretlik Ders”tir:
“Bunu, o gün yaşayanlara ve arkadan gelenlere ibretlik bir ders ve müttakîler için de öğüt olsun diye yapmıştık.” (Bakara 2:66).
Yani, Bakara Suresi ibretlik ders (ceza) suresi, onun ardından gelen Al-i İmran Suresi de müttakiler (Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar) için öğüt (uyarıcı bir örnek) suresidir.
“Nekâl” kelimesinin hem ibretlik ders hem de cezalandırma anlamı bulunmaktadır. Bu demektir ki; Allah Teala Bakara Suresi’ni İsrailoğulları nebilerine ibret olsun diye indirmiştir.
Bakara Suresi’nin ardından gelen Al-i İmran Suresi’nin de takva sahipleri için öğüt olduğunu söyledik. Bu sözümüzün dayanağı da şu âyet-i kerimedir:
“Bu anlatılanlar, insanlara bir açıklama, müttakilere (fıtratını/kendini koruyanlara) bir rehberlik ve bir öğüttür.” (Al-i İmran 3:138). Bu konudaki açıklamalarımızı Al-i İmran Suresi’ni anlatırken yapacağız.
Mushaf’taki her bir surenin kendine has ayırıcı vasıfları, ana konuları ve odak ya da temel konusu bulunmaktadır. Keza, her surede bağlama uygun düşen fer’i/ikincil konular da yer almaktadır. Bu yapılarıyla her bir surede şu hususları buluruz:
- Mürsil; mesajı gönderen: Mesajı inzal eden Allah Subhanehu ve Teala’dır. Nitekim O şöyle buyurmaktadır:
“Sizin yanınızda olanı (Tevrat’ı) onaylayıcı olarak indirdiğime (Kur’ân’a) inanın. Onu görmezden gelenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi geçici/az bir bedele karşılık satmayın! Yalnız benden çekinerek kendinizi koruyun!” (Bakara 2:41). Bu ayette “enzeltu: indirdiğim” fiilinin öznesi Allah Teala’dır.
- Mesajı taşıyan: Melekler. Cebrail, Rûhulkudüs. Delilimiz de şu âyetlerdir:
“Kulumuza (Muhammed’e) parça parça indirdiğimiz şeyden şüpheniz varsa Allah ile aranıza koyduğunuz ulu kişilerinize yalvarın da ondakine denk bir sure getirin! İddianızda haklı iseniz yaparsınız!” (Bakara 2:23). Bu ayette “nezzelnâ: indirdiğimiz” fiilinde atıf yapılan meleklerdir vahiydir.
“Ve Biz dedik ki: “Birbirinize düşman olarak inin oradan (çıkıp gidin)!” (Bakara 2:36). Yani, melekler Allah söylüyor bunu.
“Musa ile kırk geceliğine sözleştiğimizde…” (Bakara 2:51). Yani, melekler Allah Musa aleyhisselama kırk gece (Sina’da Tur dağında) kalma randevusu verdiğinde…
- Mesajı alan toplum: Mesaj kendilerine bir nebi ya da rasul yoluyla gönderilen toplum.
Bakara Suresi’ne dönecek olursak, bu surenin uzakta bulunan ve müttakilere kılavuz olacağı müjdelenen Kitab’a işaretle başladığını görürüz:
“Elif! Lâm! Mîm! İşte Kitap budur, içinde şüpheye yer yoktur. Müttakiler için rehberdir.” (Bakara 2:1-2). “Zâlike” işaret zamiri zaman ve mekân açısından uzakta olan bir şey için kullanılır. Bu durumda şu şekilde iki ayrı okuyuş mümkün görünmektedir:
Birinci okuyuş: “Zâlike’l-Kitâbu lâ raybe fîh.” diye duraklarsak, işaret zamiri “Müttakilerin Kitabı”na ait olur ki, bu durumda Lokman Suresi’ne atıf yapıldığı anlaşılır. Bu husustaki ayrıntılı bilgileri Lokman Suresi’ni anlatırken aktaracağız.
Birinci okuyuş: “Zâlike’l-Kitâbu lâ rayb.” diye duraklarsak, bu durumda işaret zamiri “Kitab”a ait olur ki, ardından gelen cümle şu şekilde kurulmuş olur: “Fîhi huden li’l-mutteqîn: Onda müttakiler için hidayet/rehberlik vardır.” Dolayısıyla Kitab’ın sıfatlarından biri dile getirilmiş olur. Bu ikinci okuyuşa göre işaret zamiri “zâlike” Ankebut Suresi’ne atıf yapmış olmaktadır. Bu konudaki ayrıntılı bilgileri Ankebut Suresi’ni anlatırken aktaracağız. Burada “Kitab” ile “Kitabu’l-Muttaqîn: Müttakilerin Kitabı”nın ayrı şeyler olduğunu söylemekle yetinelim.
Burada -açıklanan gerekçeyle- iki yerden birinde duraklamamız gerekmektedir. Her ikisinde ayrı ayrı duraklamak caiz değildir. Zira o zaman anlam değişecektir.
Bakara Suresi’nde bütün insanlığa Kitab’a inanma ve Allah’a kulluk etme çağrısı vardır. Bunun ardından Âdem’in yeryüzüne halife seçilmesi süreci anlatılmaktadır. Bu arada Âdem ile şeytan arasındaki savaş tanımlanmakta, nihayetinde sure Âdem’in dersini anlamasıyla/iyice öğrenmesiyle son bulmaktadır:
“38. Onlara şöyle dedik: “Oradan hep birlikte inin! Tarafımdan size bir rehber gelirse, rehberime uyanlarda ne korku olur ne de üzüntü çekerler. 39. Yalan söyleyerek âyetlerimizi görmezden gelenler ise cehennem ahalisidir. Onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır.” (Bakara 2:38-39).
Bu açıklamalardan sonra uzun ve geniş şekilde İsrailoğullarının Musa, Davut ve Süleyman aleyhimusselama karşı takındıkları tutum ve davranışlar ile bunlardan bir grubun Davut ve Süleyman aleyhimesselama indirilmiş olan Kitabullah’ı nasıl kulak ardı ettikleri/gündemden düşürdükleri anlatılmaktadır. Bu şekilde Bakara Suresi bize İbrahim aleyhisselamın vârislerinin, onun izinden giden, onun taahhüdüne ve Rableriyle yaptıkları sözleşmeye sadık kalanlar olduğunu açıklamaktadır. Bu bağlamda bize İbrahim aleyhisselamın Rabbine yapmış olduğu -kendilerine Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve kendilerini arındıran bir elçi (ki o Mesih aleyhisselamdır) göndermesi hususundaki- yakarışı aktarmakta olup son kısmında sure, elçiler, nebiler ve kitaplara ilişkin iman tasavvurunun nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır.
FATİHA
Sıra Numarası: 1
Yedi ayet olduğunu görüyoruz.
Her namazda, her rekâtta okuruz ve
“Suhuf-i Mutahhara: Tertemiz Sahifeler”den
okuyabildiğimiz kadarını bu surenin/kitabın üzerine ekleriz.
BAKARA SURESİ
Sıra Numarası: 2
İsmi: Nekâl; İbretlik Ders.
İsrailoğulları hakkındadır.
Mesih aleyhisselama verilmiştir.
Bakara Suresi “Nekâl: İbretlik Ders” olup İsrailoğulları hakkında Mesih aleyhisselama inmiştir. Çünkü Bakara Suresi’ne baktığımızda, burada anılan nebi ve rasullerin şunlar olduğunu görürüz:
Musa, Meryemoğlu İsa, Süleyman, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Esbât ve Davut.
Bakara Suresi’nde muhatabın Mesih aleyhisselam olduğunu sözün siyakından/gelişinden anlarız.
“Bakara: İnek”, şu ayetin delaletiyle aslında “Nekâl: İbretlik Ders”tir:
“Bunu, o gün yaşayanlara ve arkadan gelenlere ibretlik bir ders ve müttakîler için de öğüt olsun diye yapmıştık.” (Bakara 2:66).
Yani, Bakara Suresi ibretlik ders (ceza) suresi, onun ardından gelen Al-i İmran Suresi de müttakiler (Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar) için öğüt (uyarıcı bir örnek) suresidir.
“Nekâl” kelimesinin hem ibretlik ders hem de cezalandırma anlamı bulunmaktadır. Bu demektir ki; Allah Teala Bakara Suresi’ni İsrailoğulları nebilerine ibret olsun diye indirmiştir.
Bakara Suresi’nin ardından gelen Al-i İmran Suresi’nin de takva sahipleri için öğüt olduğunu söyledik. Bu sözümüzün dayanağı da şu âyet-i kerimedir:
“Bu anlatılanlar, insanlara bir açıklama, müttakilere (fıtratını/kendini koruyanlara) bir rehberlik ve bir öğüttür.” (Al-i İmran 3:138). Bu konudaki açıklamalarımızı Al-i İmran Suresi’ni anlatırken yapacağız.
Mushaf’taki her bir surenin kendine has ayırıcı vasıfları, ana konuları ve odak ya da temel konusu bulunmaktadır. Keza, her surede bağlama uygun düşen fer’i/ikincil konular da yer almaktadır. Bu yapılarıyla her bir surede şu hususları buluruz:
- Mürsil; mesajı gönderen: Mesajı inzal eden Allah Subhanehu ve Teala’dır. Nitekim O şöyle buyurmaktadır:
“Sizin yanınızda olanı (Tevrat’ı) onaylayıcı olarak indirdiğime (Kur’ân’a) inanın. Onu görmezden gelenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi geçici/az bir bedele karşılık satmayın! Yalnız benden çekinerek kendinizi koruyun!” (Bakara 2:41). Bu ayette “enzeltu: indirdiğim” fiilinin öznesi Allah Teala’dır.
- Mesajı taşıyan: Melekler. Cebrail, Rûhulkudüs. Delilimiz de şu âyetlerdir:
“Kulumuza (Muhammed’e) parça parça indirdiğimiz şeyden şüpheniz varsa Allah ile aranıza koyduğunuz ulu kişilerinize yalvarın da ondakine denk bir sure getirin! İddianızda haklı iseniz yaparsınız!” (Bakara 2:23). Bu ayette “nezzelnâ: indirdiğimiz” fiilinde atıf yapılan meleklerdir vahiydir.
“Ve Biz dedik ki: “Birbirinize düşman olarak inin oradan (çıkıp gidin)!” (Bakara 2:36). Yani, melekler Allah söylüyor bunu.
“Musa ile kırk geceliğine sözleştiğimizde…” (Bakara 2:51). Yani, melekler Allah Musa aleyhisselama kırk gece (Sina’da Tur dağında) kalma randevusu verdiğinde…
- Mesajı alan toplum: Mesaj kendilerine bir nebi ya da rasul yoluyla gönderilen toplum.
Bakara Suresi’ne dönecek olursak, bu surenin uzakta bulunan ve müttakilere kılavuz olacağı müjdelenen Kitab’a işaretle başladığını görürüz:
“Elif! Lâm! Mîm! İşte Kitap budur, içinde şüpheye yer yoktur. Müttakiler için rehberdir.” (Bakara 2:1-2). “Zâlike” işaret zamiri zaman ve mekân açısından uzakta olan bir şey için kullanılır. Bu durumda şu şekilde iki ayrı okuyuş mümkün görünmektedir:
Birinci okuyuş: “Zâlike’l-Kitâbu lâ raybe fîh.” diye duraklarsak, işaret zamiri “Müttakilerin Kitabı”na ait olur ki, bu durumda Lokman Suresi’ne atıf yapıldığı anlaşılır. Bu husustaki ayrıntılı bilgileri Lokman Suresi’ni anlatırken aktaracağız.
Birinci okuyuş: “Zâlike’l-Kitâbu lâ rayb.” diye duraklarsak, bu durumda işaret zamiri “Kitab”a ait olur ki, ardından gelen cümle şu şekilde kurulmuş olur: “Fîhi huden li’l-mutteqîn: Onda müttakiler için hidayet/rehberlik vardır.” Dolayısıyla Kitab’ın sıfatlarından biri dile getirilmiş olur. Bu ikinci okuyuşa göre işaret zamiri “zâlike” Ankebut Suresi’ne atıf yapmış olmaktadır. Bu konudaki ayrıntılı bilgileri Ankebut Suresi’ni anlatırken aktaracağız. Burada “Kitab” ile “Kitabu’l-Muttaqîn: Müttakilerin Kitabı”nın ayrı şeyler olduğunu söylemekle yetinelim.
Burada -açıklanan gerekçeyle- iki yerden birinde duraklamamız gerekmektedir. Her ikisinde ayrı ayrı duraklamak caiz değildir. Zira o zaman anlam değişecektir.
Bakara Suresi’nde bütün insanlığa Kitab’a inanma ve Allah’a kulluk etme çağrısı vardır. Bunun ardından Âdem’in yeryüzüne halife seçilmesi süreci anlatılmaktadır. Bu arada Âdem ile şeytan arasındaki savaş tanımlanmakta, nihayetinde sure Âdem’in dersini anlamasıyla/iyice öğrenmesiyle son bulmaktadır:
“38. Onlara şöyle dedik: “Oradan hep birlikte inin! Tarafımdan size bir rehber gelirse, rehberime uyanlarda ne korku olur ne de üzüntü çekerler. 39. Yalan söyleyerek âyetlerimizi görmezden gelenler ise cehennem ahalisidir. Onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır.” (Bakara 2:38-39).
Bu açıklamalardan sonra uzun ve geniş şekilde İsrailoğullarının Musa, Davut ve Süleyman aleyhimusselama karşı takındıkları tutum ve davranışlar ile bunlardan bir grubun Davut ve Süleyman aleyhimesselama indirilmiş olan Kitabullah’ı nasıl kulak ardı ettikleri/gündemden düşürdükleri anlatılmaktadır. Bu şekilde Bakara Suresi bize İbrahim aleyhisselamın vârislerinin, onun izinden giden, onun taahhüdüne ve Rableriyle yaptıkları sözleşmeye sadık kalanlar olduğunu açıklamaktadır. Bu bağlamda bize İbrahim aleyhisselamın Rabbine yapmış olduğu -kendilerine Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve kendilerini arındıran bir elçi (ki o Mesih aleyhisselamdır) göndermesi hususundaki- yakarışı aktarmakta olup son kısmında sure, elçiler, nebiler ve kitaplara ilişkin iman tasavvurunun nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır.
O hâlde özetlersek;
Bakara Suresi
İsmi: Nekâl; İbretlik Ders.
Mesih aleyhisselama vahyedilmiştir.
Surede ilk muhataplar İsrailoğullarıdır.
AL-İ İMRAN SURESİ
Sıra Numarası: 3
“İnsanlara açıklama, müttakilere rehberlik ve öğüt”tür.
İsrailoğulları hakkındadır.
Mesih aleyhisselama indirilmiştir.
Al-i İmran Suresi bütün bir insanlık için bir bildirgedir. Aynı şekilde müttakiler (fıtratını/kendini koruyanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davrananlar) için kılavuz ve öğüttür. Delilimiz şu ayettir:
“Bu anlatılanlar, insanlara bir açıklama, müttakilere bir rehberlik ve bir öğüttür.” (Al-i İmran 3:138).
Allah Teala Al-i İmran Suresi için “hâzâ: bu” işaret zamirini kullanmakta ve şöyle demektedir:
“Bu, insanlar için beyanat, müttakiler için hidayet ve ibrettir.”
Aynı şekilde bu sure, Zikr-i Hakim’den (aktarılan) ayetlerden ibarettir. Delilimiz ise şu ayettir:
“Bunları sana, ayetlerimizden; hikmetlerle dolu o Zikir’den okumaktayız.” (Al-i İmran 3:58).
Keza Al-i İmran Suresi “Allah’ın Rıdvânı”dır. Delilimiz de şu ayet-i kerimedir:
“Sonra bir sıkıntı görmeden, Allah’ın nimeti ve ikramı ile geri döndüler. Onlar, ‘Allah’ın Rıdvânı’na tâbi oldular (Allah’ı razı etmeye çalıştılar). Nitekim Allah, büyük ikram sahibidir.” (Al-i İmran 3:174).
O hâlde Al-i İmran Suresi; insanlık için bildirge, sorumluluk bilinci olanlar/duyarlılar için kılavuz ve öğüt olup Zikr-i Hakim’den aktarılmış ayetlerden oluşmakta ve “Allah’ın Rıdvânı” (Allah’ın razı geldiği/hoşnut olduğu ilkeleri barındıran) bir sûre olmaktadır.
Peki, kime indirilmiştir bu sure?
Bu sorunun cevabını şu ayette bulmaktayız:
“Sonra onların izinden, önündeki Tevrat’ı tasdik eden Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde bir rehber ve nur olan İncil’i, önündeki Tevrat’ı tasdik etsin, (çekinerek korunan) muttakiler için bir rehber ve öğüt (doğru bilgi) olsun diye verdik.” (Maide 5:46).
Al-i İmran Suresi’nin “muttakiler için öğüt” olduğu çıkarımını yukarıda görmüştük. Allah Teala “muttakiler için öğüt” olan bu mesajdan -ki bu Al-i İmran Suresi’dir- Maide Suresi’nde de bahsetmekte ve İsa aleyhisselama nazil olduğunu beyan etmektedir. Sonuç olarak, demek ki Al-i İmran Suresi İsa aleyhisselama nazil olmuştur.
Özellikle muhatabın Mesih aleyhisselam olduğunu öğrendikten sonra Al-i İmran Suresi’nde yer alan işaretlerden şu sonuçları da çıkarabiliyoruz:
1) Allah Teala’nın; “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en iyi toplumsunuz. Allah’a inanıp güvenir, marufun (Kur’ân’a uygun olanın) yapılmasını ister, münkere (Kur’ân’a uymayana) karşı çıkarsınız. Ehl-i Kitap da inanıp güvense kendileri için iyi olur. İçlerinde inanıp güvenenler var ama çoğu yoldan çıkmıştır.” (Al-i İmran 3:110) mealindeki sözünden maksat Mesih aleyhisselam ile onunla birlikte iman edenler ve Allah’ın seçtiği nebilerin ümmetleri ve onların adımlarını takip edenlerdir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır:
“Gerçek şu ki Allah, Adem’i ve Nuh’u, İbrahim Soyunu ve İmran Soyunu bütün insanlığın üzerinde seçkin bir konuma çıkardı.” (Al-i İmran 3:33).
2) Allah Teala bu surede bize nebilerin misakını da haber vermektedir:
“81. Allah, (geçmiş vahiylerin izleyicilerinden) nebiler vasıtasıyla şu taahhüdü talep etti: “Eğer, vahyi ve hikmeti size bahşettikten sonra, hâlen sahip olduğunuz hakikati tasdik eden bir elçi size gelirse ona inanmalı ve yardım etmelisiniz. Bu şarta dayalı ahdimi kabul ve tasdik eder misiniz?” Onlar: “Kabul ederiz!” dediler. Allah: “Öyleyse (buna) şahit olun, Ben de sizin şahidiniz olacağım.” buyurdu. 82. O hâlde, kimler (bu taahhütten) dönerse; işte onlar, gerçek fasıklardır!” (Al-i İmran 3:81-82 ME).
Bu ayetlerden anladığımız, nebilerin misakında şart koşulanın her bir rasulün kendisinden önceki rasule gönderilen mesajı tasdik etmesi, ona inanması ve ona destek olması gerektiğidir. Bu yüzden Mesih aleyhisselam şöyle demiştir:
“8 O gelince günah, doğruluk ve gelecek yargı konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir: 9 Günah konusunda, çünkü bana iman etmezler; 10 doğruluk konusunda, çünkü Baba’ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz; 11 yargı konusunda, çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor.” (Yuhanna 16:8-11).
Bu hususu Mesih aleyhisselam şu sözüyle de pekiştirmiştir:
“Oğul’a iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Ama Oğul’un sözünü dinlemeyen yaşamı görmeyecektir. Tanrı’nın gazabı böylesinin üzerinde kalır.” (Yuhanna 3:36). Çünkü bu durumda Allah’ın bitiştirilmesini/ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesmiş olur. Yani ona inanmayınca birbirini tamamlayan nebiler ve kitaplar silsilesini/zincirini koparmış olur. Hz. Mesih bu sözüyle Allah Teala’nın şu emrini yerine getirmiş ve nebilerin Al-i İmran Suresi’nin 81-82. ayetlerinde anlatılan misakına sadık kalmış olmaktadır.
3) Al-i İmran Suresi, Hz. Muhammed’in de (s) aralarında olduğu muttakiler için nazil olmuştur. Nitekim Allah Teala İsa aleyhisselama Muhammed aleyhisselamın geleceğini haber vermişti:
“Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir…” (Al-i İmran 3:144 SV).
Burada hitap Mesih aleyhisselama yöneltilmiştir, Hz. Muhammed’e (s) değil. Allah Teala Hz. Mesih’e geleceği haber vermiştir. Aynen gelecekte insanların Hz. Muhammed’i yalanlayacağını haber verdiği gibi. Böylece insanların, Allah’ın bitiştirilmesini/ulaştırılmasını emrettiği nebilerin misakını/ sözleşmesini kesintiye uğratacağını ve ondan önceki nebilere karşı yaptıkları gibi ona karşı da yalanlama yoluna gideceklerini haber vermiştir:
“Seni yalanlarlarsa yalanlasınlar, senden önceki elçiler de yalanlanmıştı. Onlar; beyyinat (apaçık bildirgeler, mucizeler), zeburlar (hikmet dolu sayfalar) ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi.” (Al-i İmran 3:184 SV-FG).
4) Kendilerine Kitap verilenlerin misakını Al-i İmran Suresi’nde bulmaktayız:
“Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz aldığında; “Bu Kitabı insanlara açık açık anlatacaksınız, asla gizlemeyeceksiniz!” dedi. Verdikleri sözü göz ardı ettiler ve karşılığında geçici/az bir bedel aldılar. Aldıkları o şey, ne kötüdür!” (Al-i İmran 3:187 SV).[1]
[1] Verdikleri sözü geçici ve az bir bedel karşılığında göz ardı edenlerin feci akıbeti şu ayetle haber verilmektedir: “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyen ve karşılığında, tükenip gidecek az bir bedel alanlar, karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları aklamaz. Onların hak ettiği acıklı bir azaptır.” (Bakara 2:174 SVM). (Mütercim).
Yani, Kitab’ın kendilerine verildiği kimselerin taahhüt ettiği misak/sözleşme, mesajı/misakı gizlememek ve onu insanlara açıklamaktır. Ne var ki Ehl-i Kitab’ın bir kısmı bu sözleşmeye bağlı kalmamıştır!
5) Muttakiler için öğüt olan Al-i İmran Suresi’nde muhatabın Mesih aleyhisselam olduğun ve ona indirildiğini bulmaktayız:
- el-Kitab,
- el-Hakk; mevcut mesajları tasdik eden/onaylayan,
- et-Tevrât,
- el-İncîl.
Delilimiz, (surenin girişinde yer alan) şu ayet-i kerimelerdir:
“3. Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, O indirmiştir. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir. 4. Önceki insanların rehberi onlardı. Bütün Furkanları (doğruyu yanlıştan ayıran kitapları) O indirmiştir. Allah’ın âyetlerini görmezlikte direnenlerin (kâfirlerin) cezası, suçları ile orantılıdır. Üstün olan, hak edildiği kadar ceza veren Allah’tır.” (Al-i İmran 3:3-4).
6) Al-i İmran Suresi’nde muhatabın “qul: de ki” sözü/emri 23 defa geçmektedir:
“Qul: de ki” sözüne/emrine icabet eden Mesih aleyhisselamdır. Bu hususu Kitab-ı Mukaddes’te bulmaktayız. Hz. Mesih, kendisinden sonra gelecek olan ve kendisine vâris olacak “said: iyi” (elçi)nin duyduğunu motamot (harf harf) aktaracağını, asla kendiliğinden konuşmayacağını söylemiş, bu hususu şu sözüyle dile getirmiştir: “Her işittiğini söyleyecek.” (Yuhanna 16:13). Bu yüzden Muhammed aleyhisselam aldığı vahyi aynen işittiği gibi tebliğ etmiştir. “Qul Huwe Allâhu Ahad” emrini alınca duyduğunu olduğu gibi tekrar etmiştir: “Qul Huwe Allâhu Ahad: De ki: “İlâh Allah’tır! O, bir tektir.” (İhlas 112:1).
İncil’e baktığımızda Mesih aleyhisselamın Rasulullah Muhammed’i (s) sekiz özelliğiyle tanımladığını görürüz (Yuhanna 16:12-16)[1]:
- Bana şahitlik edecek,
- Sizi tüm gerçeğe (yani bütün nebilerin ve rasullerin kitaplarına) yöneltecek.
- Kendiliğinden (kendi kafasından) konuşmayacak,
- Yalnızca duyduklarını söyleyecek (Yani vahyi aynen işittiği gibi tekrar edecek),
- Gelecekte olacakları size bildirecek,
- Beni yüceltecek,
[1] “12 “Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. 13 Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. 14 O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. 15 Baba’nın nesi varsa benimdir. ‘Benim olandan alıp size bildirecek’ dememin nedeni budur. 16 “Kısa süre sonra beni artık görmeyeceksiniz; yine kısa süre sonra beni göreceksiniz.” (Yuhanna 16:12-16).
- Benim olandan (bana indirilenden) alıp size bildirecek,
- Zira Allah’ın nesi varsa (tüm vahiyleri) benimdir.
Hz. Mesih; “Benim olandan alıp size bildirecek.” dememin nedeni budur.” Derken Mushaf-ı Şerif’in kitaplarına işaret etmektedir. Nitekim Mesih aleyhisselam şöyle demiştir:
“İsa, “Yol, gerçek ve yaşam Ben’im” dedi. “Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez.” (Yuhanna 14:6).
Bu söz, Hz. Mesih’e vahyedilen ve Al-i İmran Suresi’nin 81-82. ayetlerinde beyan buyurulan “nebilerin misakı”nda sözü edilen hususun tekidi anlamına gelmekte olup yukarıda izah etmiştik. Aynı söz, şu ayetin de tekidi mesabesindedir:
“26. … Bu yolla Allah, birçoğunun sapıttığına, birçoğunun da yola geldiğine karar verir. Sapıttığına karar verdikleri sadece yoldan çıkmış olan (fâsık)lardır. 27. Fâsıklar, Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayırarak ve yeryüzündeki tabii düzeni bozarak sözlerinden cayanlardır. Zarar edenler işte onlardır.” (Bakara 2:26-27).
Hz. Mesih bu hususu tekit sadedinde yine şöyle demiştir:
“Eğer gelmemiş ve onlara söylememiş olsaydım, günahları olmazdı; ama şimdi günahları için özürleri yoktur.” (Yuhanna 15:22).
Bu sözüyle o, Yahya aleyhisselam ile Muhammed (s) arasında silsilede yer alan Mesih’i kabul etmeyenlerin hatalı olduğunu da teyit etmiş olmaktadır.
O hâlde özetlersek;
AL-İ İMRAN SURESİ
Sıra Numarası: 3
İnsanlara açıklanmış bir beyannamedir.
Müttakiler için rehber ve öğüttür.
Zikr-i Hakim’in ayetlerinden oluşmuştur.
Rıdvânullah: Allah’ın razı geldiği ilkelerden müteşekkildir.
Muhatap ise, Mesih aleyhisselamdır.
NİSA SURESİ
Sıra Numarası: 4
‘Burhan’dır.
Hz. Muhammed’e (s) indirilmiştir.
Nisa Suresi’nin “Burhan” oluşunun delili şu ayettir:
“Ey insanlar! Size Rabbinizden (Sahibinizden) burhan (açık bir delil) geldi. Size her şeyi açıklayan bir Nur (Kur’ân) indirdik.” (Nisa 4:174). İnsanlar için “Nûr-ı mubîn” olarak gönderilenin ne olduğunu Şura Suresi’nde anlatacağız.
Nisa Suresi aynı zamanda “el-Hakk”dır. Delili ise şu ayettir:
“Ey İnsanlar! Bu Elçi, Rabbiniz’den size gerçek olanı getirdi; O’na inanıp güvenin; bu sizin hayrınıza olur. Ama ayetleri görmezlikte direnirseniz bilin ki göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Allah bilir, doğru kararlar verir.” (Nisa 4:170). Rasûl’ün hak olarak getirdiği mesaj Nisa Suresi’dir.
Nisa Suresi’nde “qul: de ki” sözü/emri 5 defa, “qûlû: deyiniz ki” sözü/emri de 3 defa geçmektedir:
- “… Onlara marufa (Kur’an’a) uygun (güzel) söz söyleyiniz.” (Nisa 4:5).
- “… Onlara marufa (Kur’an’a) uygun (güzel) söz söyleyiniz.” (Nisa 4:8).
- “… Ve doğru söz söylesinler.” (Nisa 4:9).
- “… Onların içlerine işleyecek etkili sözler söyle.” (Nisa 4:63).
- “… De ki; “Dünya menfaati pek azdır. Allah’tan çekinerek korunanlar için Ahiret daha hayırlıdır; size kıl kadar haksızlık yapılmayacaktır.” (Nisa 4:77).
- “… De ki; “Her şey Allah’tandır.” Bu topluluğa ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?” (Nisa 4:78).
- “… De ki: Onlarla ilgili fetvayı size Allah verir.” (Nisa 4:127).
- “… De ki: O kelâle ile ilgili fetvayı size Allah veriyor.” (Nisa 4:176).
Nisa Suresi’ndeki “qul: de ki” sözünün/emrinin muhatabı Hz. Muhammed’dir (s), delilimiz ise şu ayettir:
“Biz, Nuh’a ve ondan sonra gelen nebilere nasıl vahyettiysek sana da öyle vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiş, Davud’a ise Zebur vermiştik.” (Nisa 4:163).
Bu ayet, Hz. Muhammed’den (s) önce gelmiş nebileri sıralar, ancak onun adını burada zikretmez, şu işaretle yetinir: “(Senden önceki) nebilere nasıl vahyettiysek sana da öyle vahyettik.” Demek ki burada muhatap Hz. Muhammed’dir (s).
Araf Suresini anlatırken detaylarını bulacağımız üzere Muhammed aleyhisselama indirilen Nur Şura Suresidir. Nitekim bu husus şu ayette açıkça ifade edilmektedir:
“… wettebeû’n-nûrellezî unzile meahu…: ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar…” (Araf 7:157). Bu ayette bahsi geçen Nur Şura Suresi olup bunu yeri geldiğinde detayıyla açıklayacağız.
Nisa Suresi Mushaf’ta 4. sure olup; “Yâ eyyuhe’n-nâs; Ey insanlar!” diye başlamaktadır. Dolayısıyla hitap bütün insanlara yöneliktir. Ancak bu hitabı yüklenen/taşıyan nebilerin sonuncusudur.
Nisa Suresi’nde Hz. Muhammed’e (s) indirilen “Kitab”a da işaret edilmektedir:
“O, bu Kitapta size şunu indirmiştir: “Allah’ın ayetlerine görmezlik edildiğini ve hafife alındığını işittiğiniz zaman onlarla oturmayın. Başka bir söze geçinceye kadar böyle yapın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz!” Allah, bütün münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa 4:140).
Allah’ın, ayetlerini alaya alanlarla oturmamasını Elçisine emretmesi hadisesinin nerede cereyan ettiğini Mushaf’ta araştırdığımızda cevabı şu ayette buluruz:
“Ayetlerimiz hakkında uygunsuz söze dalanları görürsen konuyu değiştirinceye kadar onlarla ilgilenme. Şeytan unutturursa hatırladıktan sonra artık yanlışlar içindeki zalim topluluklarla bir arada olma.” (Enam 6:68).
Buradan anladığımıza göre Nisa Suresi’nde işaret edilen “Kitab”, Hz. Muhammed’e (s) indirilmiş olan Enam Suresidir. Araf Suresinde bahsi geçen “Nur” ise daha sonra anlatılacağı üzere Şura Suresidir.
Nisa Suresi, muhatabına; Enam Suresi’ni işaret ederek “Allah’ın sana indirdiği Kitab” ve İsra Suresini işaret ederek “ve Hikmet…” demektedir. Bu hususun detaylı izahını İsra Suresini incelerken yapacağız.
Daha sonra “Musa’ya apaçık bir Sultân verdik” buyurulmuştur. Hem bu konuyu hem de “Davud’a Zebur verdik” ayetinin manasını Araf Suresinde etraflıca ele alacağız.
“Ey insanlar! Size Rabbinizden (Sahibinizden) burhan (açık bir delil) geldi. Size her şeyi açıklayan bir Nur (Kur’ân) indirdik.” (Nisa 4:174) ayetinde geçen “Burhan” Nisa Suresi, “Nur-ı Mubîn” ise Şura Suresidir, bu hususu yeri geldiğinde açıklayacağız.
Nisa Suresinin ana konusu; Allah’ın bize emretmiş olduğu takva, yani sorumluluk bilinci ile zayıflara ve kadınlara iyi davranmaktır. Keza övünmeyi terk etmek, tevazuu ve güzel ahlakı korumaktır. Zira Allah tüm insanlığı tek bir özden yaratmıştır. Sure daha sonra vergilerin ve mirasın kısım ve taksimatından, evlilikten, yetimlerden, adaletten ve tevbeden bahsetmektedir.
Özetle;
Nisa Suresi;
Burhan’dır,
Hak’tır,
Muhammed aleyhisselama indirilmiştir,
Hz. Muhammed’e (s) indirilen “Kitab”a işaret etmektedir.
MAİDE SURESİ
Sıra Numarası: 5
Bu sure, Ehl-i Kitab’a indirilmiş olan Kitab-ı Munir’dir.
Surenin muhatabı Hz. Mesih aleyhisselamdır.
Maide Suresi’nin Ehl-i Kitab’a indirilen “Kitab-ı Munir” oluşunun ve muhatabının Hz. Mesih olmasının delili şu ayettir:
“15. Ey Ehl-i Kitap! Kitabınızdan gizlediklerinizin çoğunu ortaya çıkaran, birçoğunu da daha iyisiyle değiştiren Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir ışık ve açık bir kitap geldi. 16. O Kitapla Allah, rızasına uyanları, onayıyla karanlıklardan aydınlığa çıkararak esenlik ve güvenlik yollarına sokar ve doğru bir yola yönlendirir.” (Maide 5:15). Ayetteki “Size bir Nur gelmiştir” ibaresinden murat; Kitab-ı Münir adıyla anlın ve Ehl-i Kitab’a indirilmiş olan Maide Suresi ile “Nûr-ı mubîn” adıyla anılan Neml Suresi’dir:
“Tâ! Sîn! Bunlar Kur’ân’ın ve apaçık Kitab’ın ayetleridir.” (27:1).
“Rıdvanullah” ise; Al-i İmran Suresi’ni anlatırken detaylıca açıkladığımız üzere Al-i İmran Suresi’dir.
Maide Suresi yeni bir ümmet inşa etmekten, yeni bir devlet kurmaktan ve inanç temelli yeni bir toplum oluşturmaktan bahsetmektedir. Bu sure, odağını Allah Teala’nın tek ilah ve tek rab/sahip olduğunu benimsemenin oluşturduğu belirli bir tasavvur oluşturmakta ve yöntemi sadece Allah’tan almayı ilke edinmektedir. Nitekim bu sure, Allah’ın indirdiği mesajlar çerçevesinde yönetim erkini oluşturmayanlardan söz ederek onların kâfirler güruhu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Maide Suresi kendisi “Nur” olarak tanıtmakta ve daha önce sırat-ı müstakime/dosdoğru yola ileten Kitab-ı Mübin: Apaçık Kitap olarak da geldiğini haber vermektedir. Ardından sure, büyük toplantı/kıyamet gününün nasıl gerçekleşeceğinin haberini verir. Daha sonra Mesih aleyhisselama hitap ederek Allah’ın ona ve annesine lütfetmiş olduğu nimetleri sıralar. Mesela, Allah’ın onu Ruhu’l-Kuds ile desteklediğini, ona Hikmet’i, Tevrat’ı ve İncil’i örettiğini hatırlatır. Özetle;
MAİDE SURESİ
Kitab-ı Munir’dir,
Ehl-i Kitab’a indirilmiştir,
muhatabı Hz. Mesih aleyhisselamdır.
ENAM SURESİ
Sıra Numarası: 6
Bu sure Hz. Muhammed’e (s) indirilmiştir.
İsra Suresi’yle irtibatlı olup onu doğrulamaktadır.
Allah Teala’nın şu ayetinde sözünü ettiği “Kitab” nedir?
“Ümmilerin (ilahi kitapları bilmeyenlerin) içinden elçi çıkaran Allah’tır. Onlara, O’nun ayetlerini okur, Kitab’ı ve hikmeti öğreterek onları geliştirir. Halbuki onlar daha önce açık bir sapkınlık içindeydiler.” (Cuma 62:2).
Nisa Suresi’nde şu ayeti okuyoruz:
“O, bu Kitapta size şunu indirmiştir: “Allah’ın ayetlerine görmezlik edildiğini ve hafife alındığını işittiğiniz zaman onlarla oturmayın. Başka bir söze geçinceye kadar böyle yapın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz!” Allah, bütün münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa 4:140).
Aynı konuyu Mushaf’ta araştırdığımızda Enam Suresinde de bulmaktayız:
“Ayetlerimiz hakkında uygunsuz söze dalanları görürsen konuyu değiştirinceye kadar onlarla ilgilenme. Şeytan unutturursa hatırladıktan sonra artık yanlışlar içindeki zalim topluluklarla bir arada olma.” (En’âm 6:68).
O halde aradığımız bu “Kitab” Enam Suresi’dir. Araştırmamızın giriş kısmında iki ayrı “Kitab” olduğundan söz etmiştik:
“İndirdiğimiz bu Kitap bereketlidir, kendinden öncekileri tasdik eder. Onu, yerleşim yerlerinin ana merkezini ve çevresini uyarasın diye indirdik. Ahirete inananlar, bu kitaba da inanırlar. Onlar namazlarını özenle ve sürekli kılan kimselerdir.” (En’âm 6:92).
Allah Teala bu ayet-i kerimede Enam Suresi’ni işaret etmekte, onun “Kitab” olduğunu ve “ummu’l-kurâ; yerleşim yerlerinin ana merkezi” için gönderildiğini ifade etmektedir. (Biz “Ummu’l-Kurâ” unvanının Mekke için kullanıldığını biliyoruz). Ayette Enam Suresi’nin kendinden önceki Kitab’ı tasdik ettiği/doğruladığı da belirtilmektedir ki, o diğer “Kitab” da İsra Suresi’dir.
Peki, musaddik/doğrulayan ve müheymin/… ne anlama gelmektedir? Bu sorunun cevabını da İsra Suresi’nin 21-35. ve Enam Suresi’nin 151-154. ayetlerinde buluyoruz. İsra Suresi’nde Allah Teala haram kılınan/yasaklanan hususlardan, şirkten, ebeveyne ihsan ile/güzellikle davranmaktan, geçim kaygısıyla çocuklarını öldürmekten, gizlisiyle açığıyla fuhşiyatın kıyısına yaklaşmamaktan söz etmektedir.
Enam Suresi’nde bu yeni Kitab’ın o önceki Kitab’ta sıralanan haramları/yasakları tasdik ettiği/onayladığı bildirilmekte ve bu yasaklar Enam Suresi’nde yeniden sıralanmakta, ancak ince bazı ayrıntıları da ilave etmektedir.
O halde özetle söylersek;
ENAM SURESİ
Kitab’dır,
Hz. Muhammed’e (s) nazil olmuştur.
ARAF SURESİ
Sıra Numarası: 7
Bu sure, inanan bir topluluk için Besâir, Hidayet ve rahmettir.
Aynı zamanda bu sure Zebur’dur.
Surenin muhatabı Davut aleyhisselamdır.
Araf Suresi “Elif. Lâm. Mîm. Sâd.” kesik harfleriyle başlamakta olup şu ayetin delaletiyle müstakil bir kitaptır:
“Bu, sana indirilen Kitap’tır. Bu kitaptan dolayı içinde bir sıkıntı olmasın. Bununla uyarıda bulunasın ve inanıp güvenenler (müminler) onu, akıllarından çıkarmasınlar diye indirilmiştir.” (Araf 7:2).
Demek ki; “Elif. Lâm. Mîm. Sâd.” daha önce bilinmeyen bir kitap imiş. Ancak bu kitabın tanımı Araf Suresi’nin şu ayetinde gelmektedir:
“De ki: Ben Rabbimden bana vahyedilene uyarım. Bunlar, Rabbinizin ufuk açıcı sözleridir. İnanıp güvenen bir topluluk için de rehber ve ikramdır.” (Araf 7:203). Demek ki; Araf Suresi = Kitab = Besâir/ufuk açıcı sözler = Hüdâ ve rahmet/inanıp güvenen bir topluluk için de rehber ve ikramdır.
Araf Suresi, şu ayet-i kerimenin delaletiyle Davud aleyhisselama indirilmiş olan Zebur’dur:
“O Zikir’den (unutulmaması gereken bilgileri verdikten) sonra Zebur’a da şunu yazdık: “Yeryüzü iyi kullarıma kalacaktır.” (Enbiya 21:105). Demek ki, Zikr’den sonra gelen Zebur kitabında da “Yeryüzü iyi kullarıma kalacaktır.” ibaresi yazılmıştır. Bu ibareyi Mushaf’ta araştırdığımızda şu ayette buluyoruz:
“Eski sahiplerinden sonra o yerlere mirasçı olanlar şunu göremediler mi? İsteseydik onları günahları yüzünden yakalar ve kalpleri üzerinde yeni bir yapı oluştururduk da artık bir şey dinleyemezlerdi.” (Araf 7:100).
Demektir ki, Enbiya Suresi’nde gelen işaret Zebur’a delalet etmektedir. Aynı işareti Araf Suresi’nde de bulmaktayız ki o da Zebur’dur. Nitekim şu iki ayetten de Zebur hakkında bilgi edinmekteyiz:
“Davud’a ise Zebur vermiştik.” (Nisa 4:163).
“Biz, nebilerin kimini kiminden üstün kıldık ve Davud’a da Zebur’u verdik.” (İsra 17:55).
Demek ki; Zebur Araf Suresi’dir. Önce Davut aleyhisselama, son olarak da Muhammed aleyhisselama indirilmiştir. Nitekim Araf Suresi’nde Hz. Muhammed’in (s) geleceğine de işaret edilmiştir:
“De ki: “Ey insanlar! Ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim. Göklerde ve yerde hâkimiyet O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Yaşatan da öldüren de O’dur.” buyurulduktan sonra aynı ayetin devamında şöyle buyurulmaktadır: “Siz Allah’a ve ümmi nebi olan resulüne güvenin. O, Allah’a, O’nun sözlerine güvenir. Ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf 7:158).
Şu hâlde bu ayette iki muhataplık söz konusudur:
- “Ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim.” sözünü söyleyen Davut aleyhisselamdır.
- “O ümmî nebi olan resulüne güvenin.” sözünde “o” zamiriyle kastedilen Muhammed aleyhisselamdır.
Bölümün girişinde Araf Suresi’nin “Besâir: ufuk açıcı sözler” olduğundan bahsetmiştik. Zira Allah Teala bu durumu şu ayette haber vermektedir:
“Besâir/Göstergeler (ufuk açıcı sözler) size Rabbinizden/ Sahibinizden gelmiştir (O’nu ancak onlarla kavrayabilirsiniz). Kim onları görürse kendi lehine olur, kim de körlük ederse kendi aleyhine olur. Ben sizin bekçiniz değilim.” (Enam 6:104).
Mushaf’ın metodolojisi şudur: Rasuller Kitapları birbirlerinden tevarüs ederler. Mesela, Araf Suresi’nden bu surenin Davut aleyhisselama nazil olduğu, İsa aleyhisselamın ondan tevarüs ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. İsa şu mealde bir söz söylemiştir: “Halat iğne deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyeceklerdir.” (Araf 7:40). Mesih aleyhisselam aşağıdaki sözünü söylediğinde Araf Suresi’ni okuyordu. Bu yüzden diyoruz ki; Hz. İsa Davut ve Süleyman aleyhimesselamdan sonra bu sureyi tevarüs etmiş, en son sureyi miras olarak alan Muhammed aleyhisselam olmuştur. Mesih aleyhisselamın şu sözü yukarıdaki ayetin ifadesiyle örtüşmektedir:
“.” (Markos 10:25).
‘Benden sonra gelecek olan benim olandan alıp onu size verecek.’ sözüyle, keza; ‘Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek.’ (Yuhanna 16:12-16) sözüyle Mesih aleyhisselam olayı bütün açıklığıyla ortaya koymuştur.
Özetle söylersek;
ARAF SURESİ;
“Elif. Lâm. Mîm. Sâd.”dır,
İnanan bir topluluk için Besâir, hidayet ve rahmettir,
Zebur’dur,
Davut aleyhisselama nazil olmuştur,
Hz. İsa bu sureden şu ayeti iktibas etmiştir: “Halat iğne deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyeceklerdir.”
Bu da Mesih aleyhisselamın Davut aleyhisselama varis olduğunun delilidir.
Bu sureyi en son Muhammed aleyhisselam tevarüs etmiştir.
ENFAL SURESİ
YOK!
TEVBE SURESİ
Sıra Numarası: 9
Bu sure Tevrat’tır.
Önce Musa aleyhisselama daha sonra ardından gelen diğer nebilere verilmiştir.
Tevbe Suresi Tevrat’tır ve İbrahim aleyhisselamdan sonra Allah’a teslim olan ve hidayeti yayan nebilere verilmiştir. Delilimiz şu ayettir:
“İçinde bir rehber ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hükmederler. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma görevleri gereği onunla hükmeder, uygulamaya şahit olurlar. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici bir bedelle değişmeyin. Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, kâfirlerdir.” (Maide 5:44).
Fetih Suresi’nin şu ayetini de okuyalım:
“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onunla birlik olanların, kâfirlere/kendini doğrulara kapatanlara karşı sarsılmaz duruşları vardır. Birbirlerine karşı ise merhametlidirler. Allah’ın rızasını ve ikramını kazanmak için rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onları tanıtan, secdenin yüzlerinde bıraktığı etkidir. Tevrat’ta da böyle anılırlar. İncil’de ise filiz vermiş ekine benzetilirler. Güçlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerinde dik durmuş, çiftçileri pek hayran bırakan ekin gibidir. Bunlar, kâfirleri kıskandırmak içindir. Allah, onlardan inanıp güvenen ve iyi işler yapanlara bağışlama ve büyük bir ödül vadetmiştir.” (Fetih 48:29).
Yani, Muhammed aleyhisselamın yukarıdaki örneği ve kâfirlere karşı sarsılmaz duruş sergilerken birbirlerine karşı merhametli oluşları Tevrat’ta anlatılmıştır. Bu temsil Mushaf’ta nerede geçiyor diye araştırdığımızda cevabı Tevbe Suresi’nin 123-129. ayetlerinde buluruz:
“Ey iman edenler/inanıp güvenenler! Karşınıza çıkan kâfirlerle savaşın ki sizde sarsılmaz bir güç olduğunu görsünler. Bilin ki Allah, müttakilerle/kendisinden çekinerek korunanlarla beraberdir.”
Bu ayetteki “sizde sarsılmaz bir güç olduğunu görsünler” ibaresi Fetih Suresi’nde geçen ve Tevrat’tan iktibas edilen “kâfirlere karşı sarsılmaz duruşları” ibaresiyle aynıdır.
“Size içinizden bir elçi geldi. Sizi sıkıntıya sokan her şey, ona ağır gelir. O üstünüze titrer, müminlerin tamamına karşı pek nazik ve merhametlidir.” (Tevbe 9:128) ayetindeki “müminlerin tamamına karşı pek nazik ve merhametlidir” ibaresi de Fetih Suresi’nde geçen ve Tevrat’tan iktibas edilen “birbirlerine karşı merhametlidirler” ibaresiyle aynıdır.
Bu benzer deliller göstermektedir ki; Tevrat Tevbe Suresi’dir. Peki bu sure (Tevrat) kime nazil olmuştur?
- Öncelikle surenin şu ayetine bakalım:
“Biz ayetlerimizi bilenler topluluğu için açıklarız.” (Tevbe 9:11). Biz Allah Teala’nın Muhammed aleyhisselam ile kavmini “ümmi” olarak tanımladığını biliyoruz. Dolayısıyla burada muhatap Muhammed (s) değildir.
- Şimdi de surenin şu ayetine bakalım:
“Kendilerine Kitap verilmiş olanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanıp güvenmeyen, Allah’ın yani onun kitabının haram saydığını haram saymayan ve bu doğru dini din edinmeyen kimselerle, küçük düşüp o cezayı kendi elleriyle ödeyecek hale gelinceye kadar savaşın.” (Tevbe 9:29). Biz biliyoruz ki, “kendilerine Kitap verilmiş olanlar” Musa aleyhisselamdan önce gelenlerdir.
- Şimdi de Tevbe Suresi’nin şu ayetine bakalım:
“Dinini bütün dinlere hâkim kılmak için Elçisini bu Hüdâ/Rehber ile, gerçek din ile gönderen O’dur. Allah’ı ikinci sıraya koyanların (müşriklerin) hoşlarına gitmese de bu hakimiyet gerçekleşecektir.” (Tevbe 9:33).
Biz biliyoruz ki, “hüdâ/rehber” Musa aleyhisselama verilmiştir. Delili de şu ayettir:
“Musa’ya o doğruluk rehberini verdik. O Kitab’a İsrailoğullarını da mirasçı kıldık.” (Ğafir 40:53).
- Şimdi de Tevbe Suresi’nin şu ayetine bakalım:
“Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere içinde ölmeyecekleri Cehennem ateşini söz vermiştir. Onların hakkından orası gelir. Allah onları lanetler (ikramından mahrum bırakarak dışlar). Onların hakkı kalıcı bir azaptır.” (Tevbe 9:68).
Ayette “we’ade; vadetti, söz verdi” kelimesi fiil-i mazi (geçmiş zaman yüklemi) kalıbında kullanılmıştır. Nuh aleyhisselamın toplumundan hakikati örtenler/kâfirler hakkındaki bu kalıcı azabın mahiyetini, Hz. Nuh’a inmiş olan Zümer Suresi’ni incelediğimizde göreceğiz. Burada Tevbe suresinde mazi siygasıyla kullanılan “vadetti” sözü Nuh aleyhisselam’ gönderilmiş olan mesajda açıklanmaktadır. Bu hususta Zümer suresinin 39 ve 40. ayetlerine bakılabilir.
Peki, Allah’ın kendilerine kalıcı bir azap verdiği kimseler kimlerdir? Bu sorunun cevabını şu ayette bulmaktayız:
“De ki: “Ey halkım, kurulduğunuz makamlarda elinizden geleni yapın. Ben de elimden geleni yapacağım. Nasıl olsa yakında öğreneceksiniz; Alçaltıcı azap kime gelecekmiş ve kalıcı azap kime inecekmiş.” (Zümer 39:39-40). Zümer suresindeki muhatabın Nuh aleyhisselam olduğu, bu sureyi incelemeye sıra geldiğinde açıklığa kavuşmuş olacaktır.
- Şimdi Tevbe Suresi’nin 70. ayetine bakalım:
“(Ey münafıklar!) Onlardan öncekilerin haberi; Nuh’un, Âd’ın, Semud halkının, İbrahim halkının, Medyenlilerin ve altı üstüne getirilmiş yerlerin haberi size ulaşmadı mı? Elçileri onlara açık âyetlerle gelmişlerdi. Allah onlara yanlış yapacak değildi; yanlışı onlar kendilerine yapmışlardı.” (Tevbe 9:70).
Burada “min qablihim” kelimesindeki “onlar” zamirine dikkat etmek gerekir. Zira ayetin muhatabı burada sayılan nebilerden sonra gelen nebidir. Yani muhatap Musa aleyhisselamdır, zira onlardan sonra gelen nebi odur.
- Tevbe Suresi’nin 111. ayetine bakalım:
“Allah, müminlerin canlarını/kendilerini ve mallarını, Cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda çarpışırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verdiği gerçek vaad/sözdür. Sözünü Allah’tan daha iyi kim tutabilir? Öyleyse yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe 9:111).
Yukarıda Tevrat’ın Tevbe suresi olduğunu belirttik. Bu surenin 111. ayetinde ise Allah’ın, O’nun yolunda çarpışarak öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldığı, bu hususun İncil, Kur’an ve Tevrat’ta açıklandığı vurgulanmıştır. Bu hususu Mushaf’ta araştırdığımızda Hadid suresinde şu ayeti bulmaktayız:
“Sizin neyiniz var ki Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Göklerde ve yerdeki her şey zaten Allah’a kalacaktır. Önünüzün açılmasından önce hayra harcayan ve savaşanların derecesi, daha sonra hayra harcayan ve savaşanlarınki ile bir olmaz; öncekilerin derecesi daha yüksektir. Allah hepsine, yaptığının en güzeli ile karşılama sözü vermiştir. Allah, yaptıklarınızın iç yüzünü bilir.” (Hadid 57:10). Bu hususu İncil’in tâ kendisi olan Hadid suresini ele aldığımızda daha detaylı inceleyeceğiz.
Hadid suresinin (ki İncil’dir) 10. ayeti ile Tevbe suresinin (ki Tevrat’tır) 111. ayetini Neml suresinin (ki bu da Kur’an’dır) 37. ayetiyle karşılaştırdığımızda her üç kitapta Allah yolunda savaşmanın farz kılındığını görürüz.
O halde;
TEVBE SURESİ;
Yani Tevrat
Musa aleyhisselama nazil olmuş,
onun ardından diğer nebilere indirilmiştir.
YUNUS SURESİ
Sıra Numarası: 10
Bu sure Elif Lâm Râ’dır.
el-Kitâbu’l-Hakîm’dir.
Mufassal Kitap’tır.
Şifa’dır.
Hak’tır.
Yunus Suresi’nin ‘Hakîm Kitap’ oluşunun delili surenin ilk ayetidir:
“Elif! Lâm! Râ! Bunlar, hikmetli (doğru hükümler içeren) Kitab’ın (Kitâb-ı Hakîm’in) ayetleridir.” (Yunus 10:1).
Yunus Suresi’nin ‘Mufassal Kitap’ oluşunun delili surenin şu ayetidir:
“Bu Kur’an, başkası tarafından uydurulup Allah’a mal edilmiş değildir. Aksine önceki kitapları (kendinde olanla) tasdik eden[1], o Kitapları tafsilatıyla açıklayan, içinde şüpheye yer olmayan ve bütün varlıkların Sahibi tarafından indirilmiş olan kitaptır.” (Yunus 10:37).
Yunus Suresi ‘Şifa’dır. Delili de surenin şu ayetidir:
“Ey insanlar! Size Rabbinizden mev’iza/öğüt, gönüllerinize şifa, inanıp güvenenlere hüdâ/rehber ve rahmet/ikram (olan Kitap) gelmiştir.” (Yunus 10:57).
‘Mev’iza’yı Hûd Suresi’ni anlatırken, ‘Hüdâ ve Rahmet’i ise Yusuf Suresi’ni anlatırken ele alacağız.
Yunus Suresi, şu iki ayetinin delaletiyle ‘Hak’tır da:
“Sana indirdiklerimizden dolayı ikilem içerisindeysen, senden önce indirilmiş kitapları okuyup anlayanlara sor. Rabbinden sana da aynı hak/gerçek gelmiştir. Sakın kararsız kalanlardan olma!” (Yunus 10:94).
“De ki: “Ey insanlar! Bu hak/gerçek size Rabbinizden gelmiştir. Artık kim yola gelirse kendi için gelir. Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkar. Ben sizin üzerinizde bir vekil[2] değilim.” (Yunus 10:108).
Yunus Suresi (okuma yazma) bilen bir topluma inzal edilmiştir. Delili de şu ayettir:
“… Allah o ölçüyü, hak ile/gerçeği gösterir şekilde koymuştur. Âyetlerini, bilen bir topluluk için tafsilatıyla açıklamaktadır.” (Yunus 10:5).
Muhammed toplumunun ümmi olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu surenin ilk muhatabının Muhammed toplumu değil Musa toplumu olduğunu şu ayetin delaletiyle öğreniyoruz:
“Sonra bu topraklarda sizi onların yerine geçirdik ki sizin nasıl davranacağınızı görelim.” (Yunus 10:14).
O halde Yunus Suresi bize, Rablerinden insanlar için mev’iza/öğüt, gönüllerindekilere şifa ve inananlar için hüda ve rahmet olarak geldiğini bize haber vermektedir.
Yunus Suresi’nin Kitâb-ı Hakîm olduğunu söyledik. Biz, şu ayetlerin delaletiyle Lokman Suresi’nin de Kitâb-ı Hakîm olduğunu biliyoruz:
“Elif! Lâm! Râ! Bunlar, hikmetli (doğru hükümler içeren) Kitab’ın (Kitâb-ı Hakîm’in) ayetleridir. Güzel davrananlar için bir hüda/rehber ve bir rahmet/ikramdır.” (Lokman 31:1-3).
Biz biliyoruz ki ‘Hüda’ Allah’ın hidayetidir. Hüda; şu ayetin delaletiyle ikili kitaplardır:
“Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer, ikişerli (âyetler şeklinde düzenlenmiş) bir kitap olarak indirmiştir. (Bu düzenleme) Rablerinden korkanların tüylerini ürpertir. Sonra vücutlarını ve kalplerini Allah’ın zikrine (verdiği bilgiye) karşı yumuşatır. İşte bu, Allah’ın rehberdir. Doğru yolu tercih edene onunla yol gösterir. Allah’ın sapık saydığını kimse doğru yolda göremez.” (Zümer 39:23).
“Kitâben müteşâbihen mesânî; ikişerli benzer kitap” = Hüdallah; Allah’ın rehberi.
Lokman Suresi Kitâb-ı Hakîm’in tâ kendisidir. Aynı zamanda Yunus Suresi de Kitâb-ı Hakîm’dir. Delili de şu ayetlerdir:
“Elif! Lâm! Râ! Bunlar, hikmetli (doğru hükümler içeren) Kitab’ın (Kitâb-ı Hakîm’in) ayetleridir.” (Yunus 10:1).
“Elif! Lâm! Râ! Bunlar, hikmetli (doğru hükümler içeren) Kitab’ın (Kitâb-ı Hakîm’in) ayetleridir.” (Lokman 31:1).
‘Sünâî; ikişerli’ olan “Hüdallah; Allah’ın rehberi”dir, zira hidayet Allah’ın rehberliğidir. Delilimiz şu ayettir:
“De ki: “Hüda/doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.” (Bakara 2:120).
‘Hüda’ ise Musa’ya verilmişti. Delili de şudur:
“Musa’ya Hüda’yı/o doğruluk rehberini verdik. O Kitab’a İsrailoğullarını da mirasçı kıldık.” (Mümin 40:53).
Demek oluyor ki Yunus Suresi Musa’ya nazil olmuştur. Çünkü bu sure ‘Hüda’dır. Aynı zamanda ‘Hak’tır. Delili de şu ayetlerdir:
“De ki: “Ey insanlar! Bu hak/gerçek size Rabbinizden gelmiştir. Artık kim yola gelirse kendi için gelir. Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkar. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim.” (Yunus 10:108).
Anlattığımız şekilde Musa’ya verilen bu sure daha sonra Allah’ın diğer elçilerine verilmiştir. Delili de şu ayettir:
“Rabbimizin elçileri gerçekten hakkı/doğruyu getirmişlerdir.” (A’râf 7:43).
Yani elçilere Yunus Suresi verilmiştir.
Yunus Suresi’nin Musa’ya verildiğini, ilk muhatabın Musa olduğunu söyledik. Bunun delili şu ayetlerdir:
1- “Musa şöyle dedi: “Hak ile/gerçekle yüzleşince mi bunu söylüyorsunuz? Bu şimdi sihir mi? Eğer öyleyse sihirbazlar umduklarına kavuşamazlar.” (Yunus 10:77).
2- “Dinini bütün dinlere hâkim kılmak için Elçisini bu Hüda/Rehber ile, gerçek din ile gönderen O’dur. Allah’ı ikinci sıraya koyanların (müşriklerin) hoşlarına gitmese de bu hakimiyet gerçekleşecektir.” (Tevbe 9:33). ‘Hüda’ ile kastedilen ‘Hak Din’ olan ikişerli kitaplardır. Getiren elçi de Musa aleyhisselamdır.
3- “Ayetleri görmezlikte direnen (kâfir)ler; “Bu, tam bir büyücüdür.” dediler.” (Yunus 10:2). Bildiğimiz gibi sihirbazlıkla itham edilen Musa’dır.
4- “Âyetlerini, bilen bir topluluk için tafsilatıyla açıklamaktadır.” (Yunus 10:5). Bildiğimiz üzere Allah, Muhammed toplumunu ‘ümmiler’ olarak tavsif etmiştir:
“Ümmilerin içinden elçi çıkaran Allah’tır. Onlara, O’nun ayetlerini okur, Kitab’ı ve hikmeti öğreterek onları geliştirir. Halbuki onlar daha önce açık bir sapkınlık içindeydiler.” (Cuma 62:2).
“Liqawmin ya’lemûn; bilen bir toplum için” ayetinin detaylı açıklamasına baktığımızda bunların Musa’nın toplumu olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Yunus Suresi’nde de kast edilen Muhammed değil Musa toplumudur.
5- “İnsanın başı sıkıştığında yan üstü yatarken, otururken veya ayaktayken bize yalvarır durur. Sıkıntısını giderdiğimizde de sanki sıkışıp da hiç yalvarmamış gibi davranır. Bu böyledir; aşırı gidenlerin yaptıkları kendilerine güzel görünür.” (Yunus 10:12).
Biz biliyoruz ki, sıkıntılarının giderilmesi için Allah’a dua eden Musa’nın toplumu idi.
6- “Sonra bu topraklarda sizi onların yerine geçirdik ki sizin nasıl davranacağınızı görelim.” (Yunus 10:14). Burada kastedilenler, Musa’nın kavminden olup Davut aleyhisselam zamanında Tih vadisinde kırk yıl dolaştıktan sonra arza varis kılınan müstazaflar/ezilenlerdir.
7- “De ki: “Allah farklı tercihte bulunsaydı[3] o sıralamayı size yapmaz ve onu size anlatmaya çalışmazdım. Bundan önce aranızda bir ömür geçirdim. (Vahiy gelene kadar böyle bir şey yaptım mı?) Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Yunus 10:16).
Bildiğimiz üzere Firavun ile onun toplumuyla birlikte –onlardan ayrılana dek- bir ömür kalmış olan Musa’dır.
8- “O insanlara, uğradıkları sıkıntıdan sonra ikramda bulunsak âyetlerimiz hakkında hemen bir oyun tasarlarlar. De ki: “Allah, oyunu daha çabuk tasarlar. Elçilerimiz onların oyunlarını yazmaktadır.” (Yunus 10:21). Bildiğimiz gibi sıkıntılı durumundan sonra kendisine ikramını tattırdığı halde oyun kurmaya kalkışan Firavun’dur.
9- “Dediler ki: “Allah çocuk edindi!” Hâşâ! O Ğaniy’dir (O’nun hiçbir şeye ihtiyacı olmaz).” (Yunus 10:68).
Biz biliyoruz ki Allah’ın çocuk edindiğini söyleyenler İsrailoğullarıdır. Nitekim Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdi: “Yahudiler; “Üzeyir[4] Allah’ın oğludur.” dediler.”
10- “Bizim katımızdan olduğu belli olan o gerçek onlara gelince; “Bu apaçık bir sihir!” dediler.” (Yunus 10:76). Peşinden gelen ayeti okuduğumuzda şunu görürüz: “Musa şöyle dedi: “Hak/gerçek ile yüzleşince mi bunu söylüyorsunuz? Bu şimdi sihir mi? Eğer öyleyse sihirbazlar umduklarına kavuşamazlar.” (Yunus 10:77).
11- “Bana, müminlerden/inanıp güvenenlerden olmam emredilmiştir.” (Yunus 10:104). Burada emir alan Musa’dır. Delili de şu ayettir:
“…Musa düşüp bayıldı. Kendine gelince dedi ki: “Sana içten boyun eğerim, sana yöneldim. Ben inanıp güvenenlerin en önde olanıyım.” (A’râf 7:143).
Bu durumda Yunus Suresi’ni derinlemesine okuduğumuzda, surede muhatap alınanın Musa aleyhisselam olduğunu ve surenin ona indirildiğini kesin delillerle görmüş oluruz.
YUNUS SURESİ
Elif Lâm Râ’dır.
el-Kitâbu’l-Hakîm’dir.
Mufassal Kitap’tır.
Şifa’dır.
Hak’tır.
Yunus+Lokman surelerinin sünâî/ikişerli olduğunu gösterir.
Bu sure ‘Hüda’nın bir cüzüdür.
‘Hüda’ ise Musa’ya indirilmiştir.
O halde muhatap Musa’dır.
——–
HUD SURESİ
Sıra Numarası: 11
Bu sure ‘Hak’tır.
‘Mev’iza’dır.
Müminler için ‘Zikrâ’dır.
Hud Suresi’nin ‘Hak’, ‘Mev’ize’ ve ‘Müminler için Zikir’ oluşunun delili surenin şu ayetidir:
“Elçilerle ilgili olarak sana anlattığımız her haberle yüreğini pekiştiriyoruz. Bu yolla sana, bütünüyle gerçek, inanıp güvenenlere öğüt ve zikrâ (ibret olan şeyler) anlatılmaktadır.” (Hud 11:120).
Yani noksanlıklardan münezzeh olan Allah, “hâzihî; bu” işaret zamiriyle andığı Hud Suresi’nin gerçek, öğüt ve ibret olduğunu şu ayette de ifade etmiştir:
“Sen hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış. Senin Rabbin, yolundan sapanları iyi bilir, doğru yolda olanları da iyi bilir.” (Nahl 16:125). Böylece demiş olmaktadır ki; Hud Suresi’nde geçen ‘güzel öğüt’ ile davet et. Nahl Suresi’nin muhatabı ise Mesih aleyhisselamdır. O sureye sıra geldiğinde bu hususu detaylıca ele alacağız. Peki aynı konu denen Hud Suresi’nde gelmiştir? Bu surenin doğrudan muhatabı kimdir?
Hud Suresi Nuh’tan başlayarak Musa’ya kadarki inanç hareketini anlatmaktadır. Elif-Lâm-Râ kesik harfleriyle başlamakta ve bu kısaltmanın ne anlama geldiğini de hemen ardından açıklamaktadır: “Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından detayıyla açıklanmıştır.” (Hud 11:1).
Hud Suresi’nde Nuh, Hud, Salih ve Şuayb, İbrahim, Lut ve Musa nebilerin konum ve tutumları serdedilmektedir. Hepsi de yalanlanmış ve alaya alınmış olmasına rağmen bu tavırlar karşısında getirmiş oldukları hak/gerçek (mesaj) ile nasıl mukabelede bulunduklarını, ne denli sabırlı davrandıklarını, mesajlarına olan güven ve derin inancı Allah Teala şu şekilde anlatmıştır:
“Elçilerle ilgili olarak sana anlattığımız her haberle yüreğini pekiştiriyoruz. Bu yolla sana, bütünüyle gerçek, inanıp güvenenlere öğüt ve ibret olan şeyler anlatılmaktadır.” (Hud 11:120).
Allah Teala elçilerine göklerin ve yeryüzünün gizli sırlarını bilenin sadece Kendisi olduğunu, bütün işlerin nihayetinde Kendisine dönüp geleceğini, dolayısıyla Allah’a kulluk ve tevekkül etmeleri gerektiğini, zira insanların yapıp ettiklerinden gafil olmadığını hatırlatmaktadır. Ardından namazı ikame etmeleri gerektiğini ve güzel davranışların kötü davranışları ortadan kaldırdığını açıklamaktadır. Daha sonra ise bu sureyi ve içinde barındırdığı hakikatleri inkâr edenin varıp duracağı yerin ateş olduğunu, (Allah’ın “ahzâb; topluluklar” olarak isimlendirdiği) geçmiş kavimlerde bu durumun yaşandığını anlatmaktadır:
“Onlardan önce Nuh halkı, Ad ve kazıkları (piramitleri) olan Firavun da yalana sarılmıştı, Semud ve Lut halkı, bir de Eyke’liler. İşte o kaybetmiş kitleler. Bunlar elçilerimi yalanladı ve azabımı hak ettiler.” (Sad 38:12-14).
Hud Suresi’nin muhtevası, ayetleri sapasağlam pekiştirilen, ardından detaylandırılan, her şeyden haberdar ve son derece hikmetli iş yapan (Allah) tarafından gönderilen bir kitap oluşudur. Bu özelliğinin sembolü de Elif-Lâm-Râ’dır.
Hud Suresi’nde doğrudan ilk muhatap Şuayb’dır. Nitekim Hud Suresi’nde geçen şu meselede “de ki” emrine karşılık veren odur:
“İnanmayanlara de ki: “Kendi konumunuza uygun olanı yapın, biz de (kendi konumumuza uygun olanı) yapıyoruz. Bir de neler olacağını gözleyin, biz de gözlüyoruz.” Göklerde ve yerdeki bütün bilinmeyenleri bilmek Allah’a mahsustur. Her iş O’na varır. Sen O’na kul ol ve O’na güvenip dayan. Senin Rabbin yaptığınız işlerden habersiz değildir. (Hud 11:121-123).
Burada “de ki” emrinin kime verildiği belirtilmemektedir. Ancak Hud Suresi’nin 93. ayetinde bu emri alanın Şuayb olduğunu, “de ki” emrine icabet edeni o olduğunu anlıyoruz:
“Ey halkım! Kendinize uygun olanı yapın. Ben de (kendime yaraşanı) yapacağım. Alçaltıcı azap kime gelecekmiş, yalancı kimmiş, yakında öğrenirsiniz. Gözetleyin; sizinle birlikte ben de gözetlemekteyim.” (Hud 11:93).
Bütün bunlardan şu sonucu çıkarmaktayız: “De ki” emrinin gereğini yerine getirenin Şuayb oluşu, bu surenin ilk ve doğrudan muhatabının o olduğunun delilidir.
HUD SURESİ ELİF-LÂM-RÂ’dır.
Her şeyden haberdar olan el-Hakîm’in katından gelmiş,
ayetleri iyice tahkim edilmiş,
ardından tafsilatlandırılmış
bir kitaptır.
Bu sure ‘Hak’tır.
‘Mev’iza’dır.
Müminler için ‘Zikrâ’dır.
Şuayb’a indirilmiştir.
Onun ardından bu sureyi Musa tevarüs etmiştir.
———-
YUSUF SURESİ
Sıra Numarası: 12
Bu sure Elif-Lâm-Râ’dır.
‘Kitab-ı Mübin’dir.
Allah onu Arapça kümeler halinde indirmiştir.
İnanan bir toplum için ‘rahmet ve hidayet’tir.
Aynı zamanda tüm âlemler için ‘zikir’dir.
Yusuf Suresi’nin ‘Elif-Lâm-Râ’, ‘Kitab-ı Mübin’ ve Allah onu ‘Arapça kümeler halinde indirilmiş’ oluşunun delili surenin şu ayetleridir:
“Elif-Lâm-Râ! Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitab’ın ayetleridir. Belki aklınızı kullanırsınız diye, biz bunu Arapça kümeler halinde indirdik.” (Yusuf 12:1-2).
Keza Yusuf Suresi önceki kitapları doğrulayan, her şeyi detayıyla açıklayan, inanan bir toplum için hidayet ve rahmet olan bir sure olup delili surenin şu ayetleridir:
“… Önceki kitapları doğrulayan, her şeyi açıklayan, inanıp güvenen bir topluluğa bir rehber ve bir ikramdır.” (Yusuf 12:111).
Davud’a verilmiş olan A’râf Suresi’nde (ki bu sure Zebur’dur) geçen; “Onlara bir ilme[5] göre açıkladığımız bir Kitap getirdik. O, inananlar topluluğu için rehber ve rahmet olur.” (A’râf 7:52) ayeti ‘Elif-Lâm-Râ’ Kitabı’na işaret etmektedir ki o da Yusuf Suresi’dir. Zira her şeyi açıklamakla, inanan bir toplum için hidayet ve rahmet kaynağı olmakla tavsif edilen bu suredir.
Yusuf Suresi aynı zamanda tüm âlemler için zikir/ibrettir, delili de surenin şu ayetidir:
“Oysa bunun için onlardan bir karşılık istemiyorsun. O, tüm âlemlere (herkese) yararlı doğru bilgi (zikir) dışında bir şey de değildir.” (Yusuf 12:104).
Yusuf Suresi Yusuf’a inmiştir. Onun ardından Musa bu sureye varis olmuştur. Nitekim Allah Teala Davud’a “onları bir Kitapla gönderdik” derken Yusuf ile Musa’yı işaret etmektedir. Bu hususu Eski Ahit’te daha açık görmekteyiz. Musa’ya verilen kitaplar yanında Yusuf kıssasını orada tam tekmil görmekteyiz. (Detaylı bilgi için bakınız: Tekvin 37-47).
YUSUF SURESİ’nin
Sembolü Elif-Lâm-Râ’dır.
Tüm âlemler için ‘zikir/ibret’dir.
Akledesiniz diye Arapça kümeler halinde indirmiştir.
Tafsilatıyla açıklanan bir kitaptır.
Zebur’dan önce gelmiştir.
Muhatabı Yusuf aleyhisselamdır.
Yusuf’tan sonra bu Kitab’a Musa aleyhisselam varis olmuştur.
——-
RA’D SURESİ
Sıra Numarası: 13
Bu Kitap,
Daha sonra ‘Hüküm’ kılınmıştır.
Tüm âlemler için ‘zikrâ/ibret’dir.
Bir kitapta gizlenmiş olan Kur’an-ı Kerim’dir.
Ra’d Suresi’nin ‘Kitap’ oluşunun delili surenin ilk ayetidir:
“Elif-Lâm-Mîm-Râ! Bunlar, o Kitabın ayetleridir; Rabbinden sana indirilen, gerçeğin tam kendisidir ama insanların çoğu ona inanmazlar.” (Ra’d 13:1). ‘Kitap’ kitabının sembolü, Ra’d Suresi’nin başlangıcında yer alan ‘Elif-Lâm-Mîm-Râ’ harfleridir.
Ra’d Suresi’nin ‘Hüküm’ oluşunun delili de şu ayettir:
“Kural böyledir; onu Arapça bir ‘Hüküm’ olarak indirdik.” (Ra’d 13:37).
Demek oluyor ki Allah Teala Ra’d Suresi’ni önce ‘Kitap’, daha sonra ‘Hüküm’ olarak sembolize etmiştir. Allah’ın bütün nebilerine verilmiş olan ‘Hüküm’ işte bu Ra’d Suresi’dir. Bu hususta geniş bilgi edinmek için En’âm Suresi’nin 83 ilâ 89. ayetlerine bakınız:
“Seçilenlerin hepsi, kendilerine Kitap, Hüküm ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şu insanlar bunları görmezlikten gelirlerse, biz onları, görmezlik etmeyecek bir topluluğun korumasına bırakırız.” (En’âm 6:89).
Peki kime indirildi bu Kitap ve Hüküm?
Bu sorunun cevabı En’âm Suresi’nin 83 ilâ 90. ayetlerinde gelmektedir: Zira bu surede nebilerden Nuh, İbrahim, İshak ve Yakup, Davut, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriyya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut zikredilerek şöyle buyurulmaktadır:
“Seçilenlerin hepsi, kendilerine Kitap, Hüküm ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6:89). Bunların ardından gelen ayet Muhammed’i (s) muhatap alarak şöyle der:
“Onlar Allah’ın kendilerine Hüdâ/rehber verdiği kimselerdir, sen de onların rehberine (kitaplarına) uy.” (En’âm 6:90).
Demek ki Allah Teala Kitab’ı ve Hükm’ü (yani Ra’d Suresi’ni) 18 nebiye vermiş, onların ardından Muhammed aleyhisselama vermiştir. Böylece Kitap ve Hüküm (yani Ra’d Suresi) kendilerine verilen nebi ve rasullerin sayısı 19’a baliğ olmaktadır.
Ra’d Suresi, şu ayetinin delaletiyle “tüm âlemler için zikrâ/ibrettir:
“O, herkes için sadece bir zikrâ (öğüt ve doğru bilgi)dir, o kadar!” (En’âm 6:90).
Peki bu Hükm’ün (Ra’d Suresi’nin) mahiyeti ve Allah’ın nebilerine getirmiş olduğu ana konuları nelerdir?
Hükm’ün (Ra’d Suresi’nin) ana konuları; Allah ve O’nun Rabliğidir. Bu Kitap bu konuyu bize içinde yaşadığımız kâinatın failini, O’nunla yapmış olduğumuz taahhüt ve sözleşmeyi, bu taahhüt ve sözleşmeyi bozacak olursak dünyada ve ahirette karşımıza çıkacak sonuçları açıklayarak haber vermektedir. Bütün bunları da mevcut varlık ortamını örnek göstererek yapmaktadır. Kâinatın, insan benliğinin, göklerin ve yerin gerçekliklerini, ayın, güneşin, gök gürültüsünün, yıldırımın, gece ile gündüzün, canlıların, bitkilerin, ana rahminde insanın yaratılışının hakikatlerini gözler önüne sermektedir. Özetle bu Kitap, yaratılışın sebebi ve keyfiyetiyle olup biten işlerin neticelerine ilişkin özlü bir sunumdur.
Ra’d Suresi,
Kitap’tır,
Hüküm kılınmıştır,
Kur’an-ı Kerim bir Kitap’ta gizlidir. Bu hususu, yani önce 18 nebiye, ardından Muhammed’e vahyedilen “Kitâb-ı Meknûn; Gizli Kitab”ın ne olduğunu daha sonra genişçe ele alacağız.
——-
İBRAHİM SURESİ
Sıra Numarası: 14
Bu sure
İnsanlara bir tebliğdir. Bu tebliğ, uyarılmış olsunlar, Allah’ın tek ilah olduğunu bilsinler ve sağlam duruşlu olanlar bilgi edinsinler diye yapılmıştır.
Bu sure
‘Zikir’dir ve
Musa’ya indirilmiştir.
‘Zikr’ nedir?
Allah Teala ‘Zikr’i Fussilet Suresi’nde şu şekilde tanımlamaktadır:
“Bu Zikir kendilerine gelince görmezlik edenler (ateşe atılacak olanlardır). Oysaki o, aziz (değerli ve güçlü) bir kitaptır. Bâtıl ona, önünden de arkasından da yanaşamaz. Doğru kararlar veren ve yaptığını güzel yapan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussilet 41:41-42).
O halde Zikir;
- Aziz (değerli ve güçlü) bir kitaptır.
- Bâtıl ona, önünden de arkasından da yanaşamaz.
- Doğru kararlar veren ve yaptığını güzel yapan Allah tarafından indirilmiştir.
Nahl Suresi’ni okuduğumuzda Allah Teala’nın Zikr’i insanlara indirdiğini görürüz:
“O Zikr’i (Kitab’ı) sana da indirdik ki kendilerine indirilenin ne olduğunu o insanlara açık açık anlatasın, belki düşünürler.” (Nahl 16:44).
Hicr Suresi’nde ise şöyle buyurulmaktadır:
“Dediler ki: “Ey kendisine Zikir (Kitap) indirilen kişi! Sen tamamen cinlerin etkisindesin.” (Hicr 15:6).
Kalem Suresi’nde ise şu ayeti okuyoruz:
“Ayetleri görmezlikten gelenler, bu zikri (Kur’an’ı) dinleyince seni gözleriyle yiyecekmiş gibi bakarlar: “tamamen cinlerin etkisinde” derler. Oysaki bu (Kur’an), herkese yarayacak doğru bilgiden başka bir şey değildir.”
Yukarıdaki verileri bir araya getirdiğimizde şu sonuca ulaşırız:
Zikir, korunmuş bir Kitap’tır ve elimizde mevcuttur. Kâfirler de onu işitmiştir. Çünkü o bütün insanlığa indirilmiştir.
Enbiya Suresi’ne gidelim:
“O Zikir’den (unutulmaması gereken bilgileri verdikten) sonra bütün kitaplara Zebur’a da şunu yazdık: “Yeryüzü iyi kullarıma kalacaktır.” (Enbiya 21:105).
Bu ayette iki hususa işaret edilmektedir:
- Zikir Kitabı Zebur’dan önce gelmiştir.
- Zikir Kitabı’nda Allah şu ibareyi yazmıştır: “Yeryüzü iyi kullarıma kalacaktır.”
Mushaf’ı incelediğimizde şu ayeti buluruz:
“Onların arkasından bu topraklara kesinlikle sizi yerleştireceğiz. Bu söz, karşıma çıkmaktan ve tehdidimden korkanla sınırlıdır.” (İbrahim 14:13-14).
Demek ki bu ayetteki ibarenin delaletiyle Zikir İbrahim Suresi’dir.
Peki Zikir Kitabı kime indirilmiştir?
İbrahim Suresi’ni -ki Zikir bu suredir- incelediğimizde bu sorunun cevabını surenin hemen başında buluyoruz:
“Elif-Lâm-Râ! Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirilmiş bir kitaptır. Daima üstün olanın ve her şeyi güzel yapanın yoluna.” (İbrahim 14:1).
Mushaf’ta insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kendisine Kitap indirilen Nebi’yi araştırdığımızda şu cevabı buluruz:
“Musa’yı âyetlerimizle göndermiş; “Halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onları Allah’ın günleri konusunda bilgilendir.” demiştik. Çünkü onlarda sabreden ve görevlerini yerine getiren herkes için deliller vardır.” (İbrahim 14:4-5).
Demek oluyor ki İbrahim Suresi’nin başında; “Elif-Lâm-Râ! Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirilmiş bir kitaptır.” Buyurulurken muhatap alınan Musa aleyhisselamdır.
O halde Zikir, yani İbrahim Suresi Nebi Musa’ya insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için indirilmiştir.
Son olarak:
İbrahim Suresi’nde Musa’dan sonra gelen rasullerin isimlerinin gizlendiğini görmekteyiz:
“Sizden öncekilerin haberi size gelmedi mi?” ayetinden sonra Allah Teala Nuh, Âd, Semud, İbrahim ve Şuayb nebilerin kavimlerini saymaktadır. Tüm bu kavimler Musa’dan önce gelip geçmiştir. Allah Teala bu mesajın tüm insanlığa yönelik olduğunu da beyan buyurmaktadır:
“Bu, insanlara bir tebliğdir. Bu tebliğ, uyarılmış olsunlar, Allah’ın tek ilah olduğunu bilsinler ve sağlam duruşlu olanlar bilgi edinsinler diye yapılmıştır.” (İbrahim 14:52).
O halde İbrahim Suresi’nde (doğrudan ilk) muhatap Nebi Muhammed değil Nebi Musa’dır.
ZİKİR
İbrahim Suresi’dir.
Tüm insanlara bir tebliğdir.
Zebur’dan önce gelmiştir.
Musa’ya indirilmiştir.
——-
HİCR SURESİ
Sıra Numarası: 15
Bu sure Kitap’tır.
Aynı zamanda Kur’an-ı Mübin’dir.
‘Hak’tır ve
İbrahim aleyhisselama indirilmiştir.
Daha sonra Lut aleyhisselama verilmiştir.
Hicr Suresi ‘Kitap’tır, delili de surenin ilk ayetidir:
“Elif-Lâm-Râ! Bunlar, o Kitab’ın; açıklayan bir Kur’ân’ın ayetleridir.” (Hicr 15:1).
Hicr Suresi aynı zamanda ‘Hak’tır, delili de surenin şu ayetidir:
“Sana hakkı getirdik. Bizler dosdoğru kimseleriz.” (Hicr 15:64).
O halde Hicr Suresi hem Kitap’tır, hem Kur’an-ı Mübîn’dir hem de Hak’tır. Zira 64. ayette “Sana hakkı getirdik.” buyurulmaktadır.
Peki surenin (doğrudan ve ilk) muhatabı kimdir?
Sureyi dikkatlice incelediğimizde muhatabın İbrahim ve ardından Lut olduğunu şu ayette görmekteyiz. Bu husus surede şu şekilde anlatılmaktadır:
“Kullarıma bildir ki Ben, onların günahları örterim, ikramım da boldur. Canı yakan asıl azap da benim verdiğim azaptır. Onlara İbrahim’in konuklarından da haber ver. Bir gün İbrahim’in yanına girmişler ve “Selâm (esenlik ve güvenlik dileriz)” demişlerdi. İbrahim: “Biz sizden kuşku duyuyoruz.” demişti. “Kuşkulanma” dediler. “Sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik.” “Yaşlılık üzerime iyice çökmüşken mi bu müjdeyi getiriyorsunuz? Siz neyin müjdesini veriyorsunuz?” Dediler ki: “Sana hakkı/gerçeği müjdeliyoruz. Sakın umudunu yitirenlerden olma!” (Hicr 15:49-55).
İbrahim’in konukları ona hakkı müjdeleyen meleklerdi. Biraz önce söylediğimiz gibi bu ‘Hak’ Hicr Suresi’dir. Yani melekler İbrahim’e Hicr Suresi’ni müjdelemişlerdir.
‘Hak’, şu ayetlerin delaletiyle Lut’a da indirilmişti:
“Elçiler Lut ailesine vardılar, Lut dedi ki: “Sizler tanınmamış bir topluluksunuz.” Dediler ki: “Hayır, sana bunların inanmak istemedikleri şeyi getirdik. Sana hakkı getirdik. Bizler dosdoğru kimseleriz.” (Hicr 15:61-64).
Gönderilen elçiler Hakk’ı getiren meleklerdir. Yani melekler Hak olan Kitab’ı daha önce İbrahim’e getirdikleri gibi bu sefer Lut’a getirenlerdir.
Hicr Suresi, insanların tereddüde düştüğü hususları açıklamak için Lut’a gelmiştir. Lut kavminin ihtilafa düştüğü konularda doğru akidenin esaslarını, sevabın ve cezanın şartlarını ihtiva etmektedir.
O halde;
HİCR SURESİ’nin
Sıra Numarası: 15 olup
bu sure
Elif-Lâm-Râ ile başlamaktadır.
Kitap’tır.
Kur’an-ı Mübin’dir.
‘Hak’tır ve
Melekler bu sureyi İbrahim aleyhisselama indirmişlerdir.
Daha sonra Lut aleyhisselama indirmişlerdir.
Onlardan sonra da sureye Musa varis olmuştur.
[1] Bakara 136, Al-i İmran 81, 84 ve En’âm 90. âyetlere göre bütün nebîlere kitap verilmiştir. Bunlardan her biri diğerlerini tasdikle görevlidir. Kur’an son kitap olduğu için o da önceki kitapların hepsini tasdik etmektedir. (SVM).
[2] Nebiler ve rasuller dahil hiç kimse ve hiçbir şey Allah ile kulu arasına giremez. (SVM).
[3] (Bana vahyedilene uymamı emretmeseydi). (SVM dipnotu).
[4] İsrailoğullarına gönderilen nebi resullerdendir. (SVM dipnotu).
[5] Bu ilim (bilgi, yöntem); ayetlerin ayetler ile açıklandığı Kur’an yöntemidir. (SVM).
NAHL SURESİ
Sıra Numarası: 16
Bu sure Mesih’e indirilen Kitap’tır.
Müslümanlar için müjdedir.
İnanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.
Allah’ın nimetlerinden biridir.
Onu Ruhulkudüs indirmiştir.
Sureyi okuduğumuzda birkaç hususun öne çıkarıldığını görüyoruz:
Birincisi: Nahl Suresi’ni indiren Ruhulkudüs’tür, delili de şu ayettir:
“De ki: “Onu, Hak/gerçek olarak Rabbinden Kutsal Ruh indirdi ki inanıp güvenenleri sağlamlaştırsın, doğru yolu göstersin ve müslümanlara (tam teslim olanlara) bir müjde olsun.” (Nahl 16:102). Biz biliyoruz ki Ruhulkudüs Seyyid Mesih’e mesaj indiriyordu. Bunun delili de şu ayettir: “Meryem oğlu İsa’ya da açık belgeler (mucizeler) vermiş, onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile destekleyip güçlendirmiştik.” (Bakara 2:87). Demek ki Nahl Suresi’nin (doğrudan ilk) muhatabı Seyyid Mesih’tir.
İkincisi: Nahl Suresi inanıp güvenenleri sağlamlaştırmak için indirilmiştir.
Üçüncüsü: Müslümanlar (tam teslim olanlar) için bir müjdedir.
Dördüncüsü: Biz bilmekteyiz ki kendisine hikmet indirilen Mesih’tir (Bakınız: İsra Suresi). Keza Âl-i İmran Suresi’ni anlatırken bahsettiğimiz üzere müttakiler/ sorumluluk bilincini kuşananlar için bir öğüt/Mev’iza da ona inzal edilmiştir. Bu hususları Nahl Suresi’nin şu ayetiyle karşılaştıralım:
“Sen hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış. Senin Rabbin, yolundan sapanları iyi bilir, doğru yolda olanları da iyi bilir.” (Nahl 16:125).
Nahl Suresi’nin muhatabının Mesih aleyhisselam olduğunu şu ayet pekiştirmektedir:
“…Bu Kitabı sana, her şeyi açıklasın; bir rehber, bir ikram ve tam teslim olanlara bir müjde olsun diye indirdik.” (Nahl 16:89). Bu ayetin Nahl Suresi’ni işaret ettiğinin bir delili de şu ayettir:
“Allah ona Kitab’ı, Hikmet’i, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecektir.” (Âl-i İmran 3:48). Bu ayette bahsi geçen ‘Kitap’, Tevrat’tan (yaptığımız bir alıntıda) gördüğümüz üzere Mesihtir. ‘Hikmet’in mahiyetini İsra Suresi’ni incelerken göreceğiz. İncil’in mahiyetini ise Hadid Suresi’nden bahis açtığımızda göreceğiz.
O halde Nahl Suresi, 89. ayetinin delaletiyle Seyyid Mesih’e indirilen Kitap’tır:
“…Bu Kitabı sana, her şeyi açıklasın; bir hüdâ/rehber, bir rahmet/ikram ve tam teslim olanlara bir büşra/müjde olsun diye indirdik.” (Nahl 16:89).
Bu husus aynı surede bir başka ayette daha tekrar edilmiştir:
“Sana bu Kitab’ı, anlaşmazlığa düştükleri konuları onlara açık açık anlatasın, bir de inanıp güvenen bir topluluğa hüdâ/rehber ve rahmet/ikram olsun diye indirdik.” (Nahl 16:64).
O halde Muhatap Mesih aleyhisselamdır. Nahl Suresi Mesih’e verilen Kitap’tır. Aynı zamanda bu sure, 64. ayetinin delaletiyle inanıp güvenen bir topluluk için hüdâ/rehber ve rahmet/ikramdır. Aynı şekilde bu sure Allah’ın nimetlerinden bir nimettir:
“Allah’ın nimeti karşısında bile bile yalana mı sarılıyorlar?” (Nahl 16:71).
“Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek bâtıla mı inanıyorsunuz?” (Nahl 16:72).
Ardından cumartesi yasağının ihtilafa düşenler için konduğunu belirterek konuyu pekiştirmektedir. Dolayısıyla Nah Suresi Mesih’e indirilmiştir. Delilleri de şunlardır:
Birinci delil:
“Meryem oğlu İsa’ya da açık belgeler (mucizeler) vermiş, onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile destekleyip güçlendirmiştik.” (Bakara 2:87).
Bu ayeti surenin şu ayetiyle irtibatlandırıyoruz:
“De ki: “Onu, Hak/gerçek olarak Rabbinden Kutsal Ruh indirdi ki inanıp güvenenleri sağlamlaştırsın, doğru yolu göstersin ve müslümanlara (tam teslim olanlara) bir müjde olsun.” (Nahl 16:102).
Bakara Suresi’nde Allah Teala bize Mesih’i Ruhulkudüs ile desteklediğini, Nahl Suresi’nde ise ona Ruhulkudüs’ü indirdiğini haber vermektedir. Demek oluyor ki Nahl Suresi Seyyid Mesih’e indirilen “el-Kitâb”tır, onu getiren de Seyyid Mesihle işbirliği yapan Ruhulkudüs’tür.
İkinci delil:
“Sen hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et/tartış.” (Nahl 16:125).
Biz şu ayetin delaletiyle biliyoruz ki Hikmet İsa’ya indirilmişti:
“Allah ona Kitab’ı, Hikmet’i, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecektir.” (Âl-i İmran 3:48).
Üçüncü delil:
“Sen sıkıntılara göğüs ger (sabret); senin sabrın sadece Allah’ın yardımıyla (mümkün) olur. Onlar için üzülme. Kurdukları tuzaklardan dolayı sıkıntıya girme. Allah, (sorumluluk bilinciyle) çekinerek kendini koruyan ve iyi davranış gösterenlerle beraberdir.” (Nahl 16:127-128).
Biz biliyoruz ki tuzaklar kuran, kaçıp giden ve ihanet edenler Seyyid Mesih’in tâbileri ve yakınındakilerdi. Delili de şu ayetlerdir:
“Herkes onu terkedip kaçtı.” (Markos 14:50).
“Onunla ekmek yiyenler onu cezalandırmaya kalkıştı.” (Markos 10:25).
Bir diğer delilimiz de şu ayettir:
“İsa, âyetleri görmezlikten geldiklerini fark edince, “Allah yolunda bana kimler yardım eder?” dedi. Havariler: “Allah için biz yardım ederiz. Allah’a inanıp güvendik. Şahit ol, biz O’na teslim olmuş kimseleriz.” dediler. “Sahibimiz! İndirdiklerine inandık ve Elçi’ne uyduk. Bizi buna şahitlik edenlerle birlikte yaz.” (dediler). (Kâfirliği tercih edenler) bir oyun kurdular; Allah da oyun kurdu. En iyi oyun kurucu Allah’tır.” (Âl-i İmran 3:52-54).
——-
İSRA SURESİ
Sıra Numarası: 17
Bu sure Hikmet kitabıdır.
Birkaç nebiye indirilmiştir.
“Fadlullah; Allah’ın fazlı ve nimeti”dir.
En’âm Suresi de İsra Suresi’nin egemen yapısını tasdik etmektedir.
İsra Suresi Hikmet kitabıdır, delili de şu ayettir:
“Bunlar, Rabbinin sana Hikmet’ten vahyettikleridir.” (İsra 17:39).
Allah Teala İsra Suresi’nin Hikmet olduğuna, bu Hikmet’in Allah’tan bir vahiy olduğuna ve onu nebilerinden birkaçına indirdiğine işaret etmektedir.
Peki İsra Suresi (Hikmet Kitabı) kime indirilmiştir?
İsra Suresi (Hikmet Kitabı) birden çok nebiye indirilmiştir:
- Davud’a indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Davut, Câlût’u öldürdü. Allah ona hükümdarlık ve Hikmet’i verdi, ona uygun gördüğü her şeyi öğretti.” (Bakara 2:251).
- İsa aleyhisselama indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Allah ona Kitab’ı, Hikmet’i, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecektir.” (Al-i İmran 3:45-48). Keza;
“Allah, içlerinden bir elçi çıkararak bu müminlere iyilikte bulundu. Bu Elçi onlara Allah’ın âyetlerini okur, onları geliştirir, onlara Kitab’ı ve Hikmet’i öğretir. Onlar daha önce açık bir sapkınlık içindeydiler.” (Al-i İmran 3:164).
Bu ayetlerin (doğrudan ve ilk) muhatapları, müminlerin içinden çıkan Seyyid Mesih ve Davut’tur (Allah’ın selamı her ikisinin de üzerine olsun).
- Keza Hikmet İbrahim Ailesi’ne indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Yoksa Allah’ın ikramından pay verdiği kimseleri çekemiyorlar mı? Oysa İbrahim ailesine Kitap ve Hikmet’i verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.” (Nisa 4:54).
- Hikmet, Lokman aleyhisselama da indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Lokman’a, “Allah’a karşı görevlerini yerine getir” diyerek Hikmet’i verdik…” (Lokman 31:12).
- (Hikmet, en son) Muhammed aleyhisselama indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Ümmilerin (ilahi kitapları bilmeyenlerin) içinden elçi çıkaran Allah’tır. Onlara, O’nun ayetlerini okur, Kitab’ı ve Hikmet’i öğreterek onları geliştirir. Halbuki onlar daha önce açık bir sapkınlık içindeydiler.” (Cuma 62:2).
Demek ki Hikmet Kitabı (İsra Suresi) şu nebilere inzal edilmiştir:
Davut, İsa, Âl-i İbrahim, Lokman ve Muhammed. Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun.
Cuma Suresi’nin 2. ayetinin delaletiyle sabittir ki, İsra Suresi Allah Teala’nın kulları arasından dilediklerine fazlükeremi olarak vermiş olduğu bir nimettir.
O halde: Hikmet = Bu fadlullahtır; Allah’ın fazlıdır.
Daha önce belirttiğimiz gibi En’âm Suresi Muhammed’e (s) indirilmiştir ve bu sure el-Kitab’tır. Nitekim En’âm Suresi’nde şu ayeti okumaktayız:
“İndirdiğimiz bu Kitap bereketlidir, kendinden öncekileri tasdik eder. Onu, yerleşim yerlerinin ana merkezini (Mekke halkını) ve çevresini uyarasın diye indirdik…” (En’âm 6:92).
Peki Rasulullah’ın elindeki diğer Kitap nedir? İşte o da yukarıda anlattığımız gibi Muhammed’e de (s) indirilmiş olan Hikmet Kitabı’dır.
Dolayısıyla En’âm Suresi İsra Suresi’ni tasdik etmektedir. Peki, En’âm Suresi İsra Suresi’ni tam olarak nasıl tasdik etmekte ve onun egemenliğini tanımaktadır?
(Buna doğru cevap verebilmemiz için) En’âm Suresi’nin 151 ilâ 153. ayetleriyle İsra Suresi’nin 22 ilâ 40. ayetlerini karşılaştırmamız gerekmektedir.
En’âm Suresi ile İsra Suresi’ni karşılaştırarak incelediğimizde şu hususları değerlendirebiliriz:
En’âm Suresi’nde Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“De ki: “Gelin, Rabbinizin koyduğu şu yasakları size sıralayayım: O’na şirk koşmayın (hiçbir varlığı Allah’ın yetkilerine ortak saymayın)…” (6:151).
Allah Teala İsra Suresi’nde ise şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın yanında bir başka ilah (tanrı) oluşturma; yoksa yerilmiş ve tek başına bırakılmış olarak oturup kalırsın. Rabbin kararını vermiştir; O’ndan başkasına kulluk etmeyeceksiniz…” (17:22-23).[1]
En’âm Suresi’nde şöyle buyurulmaktadır:
“Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onların da sizin de rızkınızı Biz veriyoruz…” (6:151).
İsra Suresi’nde ise şöyle buyurulmaktadır:
“Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onların rızkını da sizin rızkınızı da biz veririz. Onları öldürmek büyük bir yanlıştır.” (17:31).
En’âm Suresi’nde Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Anaya babaya iyilikten geri durmayın.” (6:151).
İsra Suresi’nde ise Allah şöyle buyurmaktadır:
“Rabbin kararını vermiştir; O’ndan başkasına kulluk etmeyeceksiniz ve anaya babaya iyilikte bulunacaksınız. Onlardan biri ya da ikisi yanında ihtiyarlayacak olursa sen onlara “Of!” deme ve ilgisiz davranma, ikisine de saygı dolu sözler söyle. Onları merhamet kanatlarının altına al. De ki: “Rabbim! Küçükken onlar bana nasıl iyilikte bulundularsa Sen de onlara o şekilde iyilikte bulun.” (17:23-24).
En’âm Suresi’nde Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Fuhşun açığına da gizlisine de yaklaşmayın.” (6:151).
Allah Teala İsra Suresi’nde ise şöyle buyurmaktadır:
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (17:32).
Allah Teala En’âm Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:
“Haklı sebeple olması dışında Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın.” (6:151).
İsra Suresi’nde ise şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmeyin; haklı sebeple olursa başka…” (17:33).
Buna benzer daha birçok örnek sunmak mümkündür.
O halde En’âm Suresi’ni okuduğumuzda Allah’ın haram kıldıklarıyla, insanın Rabbine ve toplumuna karşı ödevlerinin sıralandığını görmekteyiz. Ardından, En’âm Suresi’nin 151 ilâ 153. ayetlerinde beyan buyurulan talimatlara tabi olanların “Sırât-ı müstakîm; dosdoğru yol”da olduğu belirtilmektedir.
İsra Suresi’nde ise Allah’ın hükümleriyle insanın Rabbine ve toplumuna karşı görevleri serdedilmekte, ardından İsra Suresi’nin Hikmet’ten nebilere vahyedilen kısımlar olduğu ifade edilmektedir (İsra 17:22-40).
En’âm Suresi’nin 151-153. ayetleriyle İsra Suresi’nin 22-40. ayetlerini karşılaştırdığınızda En’âm Suresi’nin İsra Suresi’ni tasdik ettiğini ve onun egemen gücünü tanıdığını görürsünüz.
O halde Muhammed’e (s) inzal edilen En’âm Suresi (diğer nebilerden sonra) kendisine de indirilen İsra Suresi’ni tasdik etmekte ve bu surenin egemen gücünü tanımaktadır. Zira her iki kitap arasındaki müşterek kısımları ve bu kısımların birbirlerini nasıl doğruladığını açıkça ortaya koymaktadır.
İSRA SURESİ
Hikmet’tir.
Fadlullah; Allah’ın fazlı ve ikarımıdır.
Lokman’a,
Davud’a,
Âl-i İbrahim’e,
İsa’ya ve
Muhammed’e indirilmiştir.
En’âm Suresi İsra Suresi’ni tasdik etmekte ve onun egemen gücünü tanımaktadır.
——-
KEHF SURESİ
Sıra Numarası: 18
Kehf Suresi rahmettir, delili de şu ayettir:
“Dedi ki: Bu Rabbimden bir rahmettir.” (Kehf 18:98).
Kehf Suresi’nin özeti şudur:
Önce surede gündeme getirilen konulara bakalım:
– Sure, din inancının anlaşılması için gizlenmiş sırrı açığa çıkaran, keza Kitab’ı Elçisi’ne yakın ve uzak gelecekteki azap konusunda uyarmak için “qıyem; değerler (manzumesi)” olarak indiren bir ve tek Allah’a hamd ile başlamaktadır. Keza inanan ve iyi işler yapan her erkek ve kadını dünyada ve ahirette sonsuza dek yaşayacakları bir ödülle müjdeler. Aynı zamanda bu sure Allah’ın çocuk edindiğini iddia edenleri de uyarmaktadır. Zira bunların ağzından, aynen ataları gibi bilgi sahibi olmadıkları bir konuda hadsiz sözler çıkması büyük günahtır. Nitekim bütün iddiaları mahza yalandır. Biz biliyoruz ki, Rabbimizin bu uyarısı Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia eden Yahudileredir. Kehf Suresi’ndeki bu ayetler İncil’deki şu sözleri düzeltmektedir:
“Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne beden ne de insan isteğinden doğdular; tersine, Tanrı’dan doğdular.” (Yuhanna 1/12-13).
O halde burada düzeltilen nedir?
Allah’ın çocukları = O’na iman edenler.
– Sure, “kehf” ve “raqîm” arkadaşlarının Allah’ın ilginç âyetlerinden/ işaretlerinden olduğunu ifade etmektedir.
– Sonra sembolik bir hikâye ile “raqîm”in ne olduğunu (ki o Kitap’tır) açıklamaktadır.
– Sure daha iki adamın hikâyesini anlatmaktadır.
– Ardından dünya hayatını (düşük hayatı) örnek vermekte ve bize Âdem’in kıssasını anlatmaktadır. Böylece inanmayanların kalbine Allah’ın bir perde çektiğini ve kulaklarının ağır işittiğini teyit etmektedir. Bu yüzden sure, Musa’nın hidayet çağrısını işitenlerden çok azının algılayabildiğini pekiştirmektedir.
– Daha sonra sure, Musa’nın başından geçenleri, aralarından çıkıp gittikten sonra kavminin başına neler geleceğini Musa’nın da idrak etmesi için anlatır. Dahası Musa’ya gelecekten bir sahne sunarak kendisinden sonra Mesih’in ve Muhammed’in geleceğini bildirir.
– “Kehf” ve “raqîm” arkadaşlarının Allah’ın ilginç âyetlerinden/ işaretlerinden olduğunu ifade etmiştik. Burada gizlenmiş sırrın “raqîm” yani Kitap olduğunu deliliyle birlikte izah edeceğiz.
Şimdi Kehf Suresi’nin şu ayetine bakalım:
“(Biri şöyle demişti:) “Onlardan ve Allah’ın dışında taptıkları adamdan kurtulduğunuzda hemen mağaraya sığının ki Rabbiniz size rahmetinden yaysın (ikramını genişletsin) ve işinizi kolaylaştırsın.” (Kehf 18:16).
“Raqîm” konusunda ilk delilimiz, âyette geçen “Rabbiniz size rahmetinden yaysın” ibaresidir.
“Mağaraya girin/ sığının” emrinin muhatabı tüm insanlık olarak biziz. Zira fiil, şimdiki ve gelecek zamanı kapsayan emir kipinde gelmiştir, geçip gitmiş mazi kipinde değil. Allah Teala “mağaraya girdiler/ sığındılar” dememiştir. Bilakis “şimdi hemen gidin ve mağaraya girin” demiştir.
Peki, bu ilahi emri nasıl yerine getireceğiz? Mağaraya nasıl gideceğiz? Nerede bu mağara? Mağaranın “raqîm” ile alakası nedir?
“Kehf” ve “raqîm”, ikisi de aynı âyettir/ işarettir. “Ashâb-ı Kehf”i bulursak “raqîm”i de buluruz. Tersi de geçerlidir.
Güneşin Allah’ın âyetlerinden/ işaretlerinden birisi olduğunu biliyoruz. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Gece, gündüz, güneş ve ay O’nun âyetlerinden/ göstergelerindendir…” (Fussilet 41:37).
Demek ki güneş Allah’ın işaretlerinden bir işarettir. Biz şu ayeti de biliyoruz:
“Onların çoğunun söz dinlediğini veya aklını kullandığını mı sanıyorsun? Onlar mal (en’âm; koyun, keçi, sığır, deve) gibidirler. Aslında girdikleri yol kendilerini onlardan da aşağı seviyeye düşürür. Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Tercihi farklı olsaydı onu hareketsiz kılardı. Güneşi de ona delil yapmıştır.” (Furkan 25:44-45).
O halde bizim odak noktasına koymamız gereken “güneş”tir.
Peki Furkan Suresi’nin 44-45. ayetleriyle Kehf Suresi’ni nasıl irtibatlandıracağız? Surenin şu ayetini okuyalım:
“Onlar mağaranın geniş yerindeydiler. Güneş doğunca bakarsın ki mağaralarının sağından yüzlerine vuruyor, battığı sırada sol taraftan onları yalayıp geçiyor. İşte bu, Allah’ın âyetlerindendir. Allah kimi yola gelmiş sayarsa doğru yolda olan odur. Kimi de sapık sayarsa onu doğruya ulaştıracak (olgunlaştıracak) bir dost (veli) bulamazsın.” (Kehf 17:18).
Burada işaret edilen “şems” Şems Suresi’dir, gökyüzündeki güneş değil!
Peki bu ayette mevcut olan manalar nelerdir?
Ayette geçen kavramlara bakalım:
“Tezâwera” kelimesi, sağa sola dönme anlamını vermektedir. Yani, onları sağ tarafa ve sol tarafa bırakıyor. Yani, güneş onların mağarasına sağ taraftan ya da sol taraftan giriyor yahut sağ taraftan ya da sol taraftan terk ediyor. Ashâb-ı Kehf ise “fecwe”deydiler, yani geniş bir yerdeydiler. Bu ayeti derinlemesine okuduğumuzda şu sonuçları çıkarıyoruz:
- Şems; güneş Allah’ın âyetlerinden/ işaretlerindendir. Yani güneş bir göstergedir.
- “Kehf” ve “raqîm” arkadaşları Allah’ın âyetlerinden/ işaretlerinden ilginç bir göstergedir.
- Güneş doğduğunda onların mağarasına sızıyor, battığında da onları terk ediyor. Onlar mağaranın geniş orta yerindeyken üzerlerinden geçiyor.
- Burada bir emir verilmektedir: “Mağaraya girin/ sığının!” Bu bir emir kipidir. Burada karşımıza çıkan soru şudur: Nerede bu mağara?…
Allah bize eylemlerimizin sonucunun bir resmini vermektedir. Mağaraya gidersek yaşadığımız geçim darlığından çıkar, “mirfaq”ı yani insanlığa yararlı olanı buluruz. (Allah’ın rahmetin ikram ettiği) rızkın iki manası vardır:
- Yiyecek ve içecekler.
- Allah’ın Kelâmı ya da Allah’ın Kitapları.
Dolayısıyla “rızk”ın maddi ve manevi anlamı vardır.
Güneşin delil olduğunu söylemiştik. Ancak surede söz konusu edilen güneş (semadaki değil) Mushaf’ta mevcut olan Şems Suresi’dir. O halde delilimiz olan Şems Suresi’ne gidelim ve ayetleri okuyalım:
“Andolsun güneş ve duhâsına (güneş ve duhâsı; dalgalı ışığı önemlidir).” (Şems 91:1). Yani, Şems Suresi’ne ve Duhâ Suresi’ne andolsun.
“Onu takip ettiğinde aya andolsun (o da önemlidir).” (Şems 91:2). Ancak oluşturacağımız listede Kamer Suresi olmayacak, zira “telâhâ; onu (güneşi ya da dalgalı ışığını) takip ettiğinde” denmektedir.
“Onu gösterdiğinde gündüze andolsun (o da önemlidir).” (Şems 91:3). Burada kastedilen de Fecr Suresi’dir.
“Onu örttüğünde geceye andolsun (o da önemlidir).” (Şems 91:4). Burada kastedilen de Leyl Suresi’dir.
“Semaya (gökyüzüne) ve onu bina edene andolsun (o da önemlidir).” (Şems 91:5). Burada kastedilen de “We’s-semâi we’t-Târiq” diye başlayan Tarık Suresi’dir.
“Arza (yeryüzüne) ve onu döşeyene andolsun (o da önemlidir).” (Şems 91:6). Burada kastedilen de “İzâ zulzileti’l-ardu” diye başlayan Zilzal Suresi’dir.
“Nefse ve onu tesviye eden (dengesini kuran) Allah’a andolsun (bu da önemlidir).” (Şems 91:7). Burada kastedilen İnşirah Suresi’dir.
“(En önemlisi de şunları bilmenizdir:) Allah nefse davranışlarındaki yanlışlığı da doğruluğu da ilham etmiştir. (Şems 91:7). Burada kastedilen Hümeze Suresi ile Fil Suresi’dir.
“Nefsini geliştiren iflah olmuş (umduğuna kavuşmuş)tur.” (Şems 91:9). Burada kastedilen Asr Suresi’dir.
“Nefsini pis işlere bulaştıran da hayal kırıklığına uğramıştır.” (Şems 91:10). Burada kastedilen Mâûn Suresi’dir.
“(Bakın!) Semûd halkı aşırı davranışları sebebiyle yalana sarıldı!” (Şems 91:11). Burada kastedilen Kâria Suresi’dir.
“Bir gün onların en eşkıyası ileri atılmıştı!” (Şems 91:12). Burada kastedilen Mesed Suresi’dir.
“Allah’ın Elçisi onlara hemen şöyle demişti: …” (Şems 91:13). Burada kastedilen İhlas Suresi ile Felak ve Nâs Sureleridir.
Peki, bu delillerden nasıl bir netice elde ediyoruz?
Sonuca varmadan önce, aşağıdaki hususlara odaklanmalıyız:
- Allah Teala “a’sernâ aleyhim; bunları birdenbire karşılarına çıkardık ki” (18:) buyurmaktadır. “Kehf” ve “raqîm” arkadaşlarının birdenbire karşılarına çıkarmak Allah’ın izni ve yardımıyla mümkündür. İnsanların bunu kendi başlarına yapmaya gücü yetmez. (Dolayısıyla burada bir sır ve muamma vardır).
- Sağ taraf ve sol taraf. Bizim konunun odağına yerleştirdiğimiz ve delil kabul ettiğimiz Şems Suresi’nin sağ tarafında ve sol tarafında hangi sureler var, ona bakmamız gerekir.
- “Uyanık olduklarını sanırdın; hâlbuki “ruqûd” halindeydiler (derin bir uykuya dalmış uyuyorlardı).” (18:18). “Ruqûd”; meful (tümleç) işlevi gören bir mastardır. Aynen “rükû; diz çökmüş topluluk”, “qu’ûd; oturan topluluk” dememiz gibi.
- “Bâsitun zirâ’ayhi; (köpekleri de) önayaklarını dışarıya doğru uzatmıştı”, yani açmıştı, toplamamıştı.
Peki, Şems Suresi’nin sağ tarafında ve sol tarafında hangi sureler var? “Onları sağa sola döndürdüğümüzde…” (18:18). Kıssanın sonu bize sağ tarafta ve sol tarafta bulunan surelerin sayısını vermektedir. Buyurun kıssanın sonunu okuyalım:
“Öteki insanlar bunların durumunu aralarında tartıştıkları bir sırada, bunları birdenbire karşılarına çıkardık ki böylece Allah’ın sözünün doğru olduğunu, kıyamet saatinde şüphe edilemeyeceğini bilsinler.” (Kehf 18:21). Ardından şöyle diyor: “… derler ki; “onlar üç kişiydiler, dördüncüsü köpekleriydi” diyeceklerdir.” (18:22). O halde 3 sayısından başlayarak saymaya başlayalım ve yazalım:
3
4
5
6 —— Dördüncü
7
8 —— Altıncı
9
10 ——- Sekizinci
“Üç kişiydiler, dördüncüsü köpekleriydi…” ibaresinde geçen ‘dördüncü’ sayıyı sıralamadan seçersek 6 rakamını elde ederiz. Ardından “beş kişiydiler, altıncısı köpekleriydi…” ibaresinde geçen ‘altıncı’ sayıyı sıralamadan seçersek 8 rakamını elde ederiz. Ondan sonra “yedi kişiydiler, sekizincisi köpekleriydi…” ibaresinde geçen ‘sekizinci’ sayıyı sıralamadan seçersek 10 rakamını elde ederiz. Bu ara toplamları birleştirirsek şu sonuca ulaşırız:
6+8+10=24
Yani Şems Suresi ile sağındakilerin toplamı = 24
Keza Şems Suresi ile solundakilerin toplamı = 24
O halde Mushaf’ın sure sıralamasına bakalım:
24- Şems
23- Leyl
22- Duha
21- Şerh/ İnşirah
20- Tîn
19- Alak
18- Kadir
17- Beyyine
16- Zelzele/ Zilzâl
15- Âdiyât
14- Kâri’a
13- Tekâsür
12- Asr
11- Hümeze
10- Fil
9- Kureyş
8- Mâ’ûn
7- Kevser
6- Kâfirûn
5- Nasr
4- Mesed
3- İhlas
2- Felak
1- Nâs
Yani Mushaf’ın sonuna kadar toplam sure = 24
Şimdi diğer yöne gidelim:
24- Şems
23- Beled
22- Fecr
21- Ğâşiye
20- A’lâ
19- Târık
18- Burûc
17- İnşikâk
16- Mutaffifîn
15- İnfitâr
14- Tekvîr
13- Abese
12- Nâzi’ât
11- Nebe’
10- Mürselât
9- İnsan
8- Kıyamet
7- Müddessir
6- Müzzemmil
5- Cin
4- Nuh
3- Me’âric
2- Hâkka
1- Kalem
Demekki “raqîm”; “Nûn we’l-Qalem” suresinden başlayarak Mushaf’ın sonuna kadar yer alan47 suredir.
23+1+23 = 47
Sonra buna Kamer sûresini eklemiştir. Zira ayette şöyle gelmektedir:
“Onu (güneşi ve/ya ışıklarını) takip ettiğinde aya yemin olsun (zira o da önemlidir).” (Şems 91:2).
Peki Allah Teala bu gruba Kamer suresini neden ilave etmiş olabilir? Bu sorunun cevabını şu ayette buluyoruz:
“Hâ. Mîm. Ayn. Sîn. Qâf. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan Allah, sana da senden öncekilere de işte böyle vahyeder.”
Yani Allah Teala nebilerinden herhangi bir nebiye vahyederken daima ona önceki başka bir kitabı da ilave eder. Mesela:
“Qâf. ‘Kur’an-ı Mecîd’e andolsun (zira bu çok önemlidir).” (Kâf 50:1).
“Sâd. ‘Zikr’i (doğru bilgileri) içeren Kur’an’a yemin olsun.” (Sâd 38:1).
“Yâ. Sîn. Hikmetler içeren Kur’an’a andolsun (zira o çok önemlidir).” (Yasin 36:1-2).
İşte tüm bu ikililer, Allah’ın İbrahim’e “sana yedi adet ikili ve Kur’an-ı Azîm’i verdik” dediği surelerdir.[2]
Yukarıda belirttiğimiz gibi “raqîm” 47 surenin toplamının adıdır. Ortada Şems Suresi var, sağında 23, solunda da 23 olmak üzere toplam 47 sure.
Eserin baş tarafında belirtmiş olduğumuz üzere Mushaf’ta secde(-i tilavet) barındıran 14 sure bulunmaktadır.
İşte bu “raqîm” içerisinde de secde barındıran iki sure bulunmaktadır; İnşikâk ve Alak.
KEHF SURESİ
Rahmettir,
Musa’ya gönderilmiştir.
Rakîm Kitabı’nın ne olduğunu 47 surenin toplamı bize göstermektedir. Şems Suresi ortada, 23 sağında, 23 de solunda. Bir de bunların ilavesi var: “Nûn. Kaleme ve (insanların) onunla yazdıklarına yemin olsun (bunlara çok dikkat edin).” (68:1) diye başlayan Kalem Suresi.
MERYEM SURESİ
Sıra numarası: 19
Bu sure “Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.” suresidir.
Yine bu sure Zekeriya’nın Zikri’dir.
Meryem Suresi şöyle başlamaktadır:
“Bu, Rabbinin, kulu Zekeriya’ya olan iyiliğinin zikri/ hikâyesidir.” (Meryem 19:1).
“Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.” harfleriyle başlayan Meryem Suresi Nebi Zekeriya’nın Zikri’dir.
Surede kullanılan zaman kipi şimdiki zaman kipidir (Zekeriya’nın zamanında). Sure Zekeriya’nın Rabbi ile diyaloğu konu edilmektedir:
“Ey Zekeriya! Sana bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Adı Yahya’dır. Daha önce bu adı taşıyan birine rastlamadık.” (Meryem 19:7).
Allah Teala takip eden ayetlerde Yahya hakkında şöyle demektedir:
“Doğduğu gün, öleceği gün ve yeniden diriltileceği gün onun için bir esenlik ve güvenliktir (selamettir).” (Meryem 19:15).
“Doğduğu” kelimesi geçmiş zamanı göstermekte ve Yahya’nın doğduğu zamandan söz etmektedir. “Öleceği” ve “diriltileceği” gün kelimeleri, ayetin indiği zamanı esas aldığımızda gelecek zamanı göstermektedir. Yani ayetin indiği dönemde ölme ve dirilme eylemi henüz gerçekleşmemiş, sadece doğma eylemi gerçekleşmiştir.
Bu zaman sıralaması bize ayetin indiği dönemi öğrenme imkânı sunmaktadır. Nitekim Yahya doğmuştur, halen hayattadır, henüz ölmemiştir. Demek oluyor ki Meryem Suresi Yahya hayattayken nazil olmuştur.
Şimdi de aynı surenin şu ayetlerinde kullanılan zaman kipine bakalım:
“Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden diriltileceğim gün benim için bir esenlik ve güvenliktir (selamettir).” (Meryem 19:33). Şu ayet de bize Meryem Suresi’nin nüzul zamanı hakkında bilgi vermektedir:
“İşte Meryem oğlu İsa; onun hakkında şüphelendikleri şeyin gerçek ifadesi budur.” (19:34).
Doğduğum: Mazi (geçmiş zaman)
Öleceğim: Müstakbel (gelecek zaman)
Diriltileceğim: Müstakbel (gelecek zaman)
Şimdiki zamanda konuşan Seyyid Mesih’tir. Çünkü “benim için esenliktir” demektedir.
Meryem Suresi’nde muhatap Zekeriya aleyhisselamdır. Ama Mesih ve Yahya da hayattaydı, selamın en iyisi onların üzerine olsun.
Meryem Suresi
“Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.”dır.
Zekeriya’ya gösterilen merhametin ‘zikri’dir.
Azgın bir topluluğu müjdelemek ve uyarmak için…
Mesih’ten ve Yahya’dan bahsetmektedir.
Hepsine selam olsun.
TAHA SURESİ
Sıra numarası: 20
‘Tezkire’dir.
Arapça bir Kur’an’dır.
Harun’a gönderilmiştir.
Surede muhatap Musa ve Harun’dur.
‘Zikir’dir.
Taha Suresi Tezkire’dir, delili de şu ayettir:
“Allah’tan korkanlar için tezkire (akıllarından çıkarmayacakları bir bilgi) olsun diye indirdik.” (20:3).
Keza bu sure Arapça Kur’an’dır, delili de surenin şu ayetidir:
“Böylece onu, Arapça Kur’an olarak (ayetler kümesi halinde) indirdik. Belki çekinirler ya da bilgi edinirler diye tehditleri onun içine, değişik şekillerde yerleştirdik.” (20:113).
O halde Taha tizkiredir. Sonra Allah onu Arapça Kur’an olarak inzal etmiştir.
Bu sure Harun’a indirilmiştir, delili de şu ayettir:
“Musa’nın hikâyesi sana ulaştı, değil mi?” (20:9). Keza şu ayet:
“Bir gün annenin gönlüne şunları ilham etmiştik:” (20:38). Şu ayet de Taha Suresi’nde muhatabın Harun aleyhisselam olduğunun delilidir:
“Kız kardeşin (arkandan) takip ediyordu…” (20:40).
Sonra Musa ile Harun’u bir araya getirerek şöyle diyor:
“Kardeşini yanına al ve belgelerimle birlikte git. İkiniz de beni anmakta gevşeklik etmeyin.” (20:42). Buradan itibaren surenin sonuna kadar hitap her ikisine birden yapılmaktadır.
Taha Suresi, şu ayetinin delaletiyle Harun’a verilmiş ‘Zikir’dir:
“Sana katımızdan bir Zikir (kitap, doğru bilgi (Zikir) verdik.” (20:99).
Taha Suresi Harun aleyhisselama indirilmiştir. Sure, Elçi’nin yükümlülüklerini, görevini ve sınırlarını açıklayarak başlar ve aynı şekilde biter. Bu yükümlülük meşakkat da değildir alnına yazılmış bedbahtlık da. Bilakis çağrı ve hatırlatmadır. Bunda hem isyankâr hem de itaatkâr için uyarı ve müjde vardır. Çünkü her ikisi de Allah’a dönecektir.
Taha Suresi ahiret sahnelerini de resmeder. Âdem’in kıssasını anlatır. Aynen Âdem aleyhisselamın vadettiğini doğrulayarak; isyankârların cehenneme, itaatkârların da cennete girişini aktarır.
Taha Suresi Musa kıssası ile başlar, Âdem kıssası ile biter. Sure nihayete ermeden, aynen en başta olduğu gibi, Âdem kıssasının hemen öncesinde Allah Teala Taha Suresi’ni Arapça bir Kur’an olarak inzal edildiğini teyit eder. Sonra tehdit moduna geçer ve önceki sahifelerde (Suhuf) gönderilen mesajları hatırlatır. Mesela Necm Suresi’nde geçen; “insanın kendi çalışmasının karşılığından başka alacağının olmadığı, çalışmasının ileride gözler önüne serileceği, sonra ona yaptıklarının karşılığının tam olarak verileceği, sonunda varılacak yerin Rabbin huzuru olduğu” (53:39-42) gibi mesajlar yeniden hatırlatılır.
TAHA SURESİ
‘Tezkire’dir.
Arapça bir Kur’an’dır.
‘Zikir’dir.
Harun’a gönderilmiştir.
ENBİYA SURESİ
Sıra numarası: 21
Mübarek bir ‘Zikir’dir.
‘Benimle beraber olanın zikri’ ve ‘benden öncekinin zikri’dir.
Muhatap Yahya aleyhisselamdır.
Ondan sonra sureye Mesih vâris olmuştur.
Enbiya suresi mübarek bir ‘Zikir’dir ve Mesih’e verilmiştir.
1- Mübarek bir ‘Zikir’ oluşunun delili de şu ayettir:
“Bu Kur’an mübarek bir zikirdir (bereketli doğru bilgidir); onu Biz indirdik. Şimdi siz bunu inkâr mı ediyorsunuz?” (Enbiya 21:50).
2- Enbiya Suresi ‘benimle beraber olanın ve benden öncekinin zikri’dir, delili de şu ayettir:
“Bu, benimle birlikte olanların Zikridir/ Kitabıdır. Bu, benden öncekilerin de Zikridir/ Kitabıdır. Onların çoğu, bu gerçeği bilmez de onun için yüz çevirirler.” (Enbiya 21:24).
Enbiya Suresi’nde bahsi geçen nebiler kimlerdir?
Musa, Harun, İbrahim, Lut, İshak, Yakup, Nuh, Davut, Süleyman, Eyyub, İsmail, İdris, Zülkifl, Zünnun, Zekeriya, Meryem ve oğlu, Yahya. Anlaşılıyor ki burada muhatap Yahya aleyhisselamdır. Bunun delili Allah Teala’nın şu sözüdür:
“Size de bir Kitap indirdik; zikriniz (şeref ve itibarınız) ondadır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız? (21:10).
Burada söz konusu edilen, Yahya aleyhisselama indirilmiş olan Zuhruf Kitabı’dır.
Peki Enbiya Suresi’nin konusu nedir?
Sure yürekleri sarsan güçlü darbelerle başlar. Allah’ın ayetlerinin açmış olduğu kapılardan ve sahnelerden bihaber geçip giden gafilleri ölümcül tehlikeyle uyarır. Keza sure varlığın yasalarının sıkı örtüşme ve kaynaşmasını gözler önüne serer, Halık’ın birliğini ve yaratılmış varlıkların hakikatini ortaya koyar.
Sure bize kendisinin Musa ve Harun’a verildiğini, müttekiler için furkan, ziya ve zikir (ayırt eden, ışık ve öğüt) olduğunu haber verir.
Yine İbrahim’e rüşd (olgunluk, dürüstlük) verildiğini bildirir.
Lut’a hüküm ve ilim verildiğini, aynı şekilde Davud’a ve Süleyman’a da hüküm ve ilim verildiğini açıklar.
İsrailoğullarının şehre girişinin nasıl yasaklandığı anlatır.
Sonra Zebur’da Allah’ın yeryüzüne salih kullarını varis kıldığının yazıldığını haber verir.
ENBİYA SURESİ
Mübarek bir ‘Zikir’dir.
‘Benimle beraber olanın zikri’ ve ‘benden öncekinin zikri’dir.
Yahya’ya gönderilmiştir.
HAC SURESİ
Sıra numarası: 22
Bu sure ‘Beyyinat’tır.
Rasullere gönderilmiştir.
Nedir bu ‘beyyineler’?
Bu sorunun cevabını Mücadele Suresi vermektedir:
“Biz, birbirini açıklayan ayetler indirdik.” (58:5).
Peki Allah’ın inzal ettiği bu beyyineler nerededir ve kime indirilmiştir?
Bunun cevabını da Hadid Suresi’nde buluyoruz:
“Şurası kesin ki elçilerimizi açık belgelerle gönderdik; beraberlerinde Kitab’ı ve mîzanı indirdik ki insanlar her şeyin hakkını versinler…” (57:25).
Şimdi A’râf Suresi’ne gidelim:
“Bunlar, sana bir kısım haberlerini anlattığımız kentlerdir. Elçileri onlara o açık belgelerle (ayetlerle) gelmişlerdi de önceden yalanladıkları için daha sonra inanmaya yanaşmamışlardı…” (7:101).
Şimdi de Yunus Suresi’ne gidelim:
“Sizden önce nice kuşakları yanlış yola girdiklerinde etkisiz hale getirdik. Elçileri onlara, apaçık belgelerle geldikleri halde inanmaya yanaşmadılar. Suçlular topluluğunu işte böyle cezalandırırız.” (10:13).
Keza İbrahim Suresi’nde şu ayeti buluyoruz:
“Sizden önceki Nuh, Ad ve Semud halklarının haberi size ulaşmadı mı? Onlardan sonrakilerin haberlerini ise Allah’tan başkası bilmez. Elçileri onlara da açık belgelerle (ayetlerle) gelmişlerdi ama onlar, lafı ağızlarına tıkayarak şöyle demişlerdi: “Sizin elçi olarak gönderilmeniz bizi hiç ilgilendirmiyor, bizi çağırdığınız şeyden dolayı da kuşku veren bir ikilem içindeyiz.” (14:9).
Şimdi Fatır Suresi’ne gidelim:
“Eğer sana yalancı diyorlarsa bil ki onlardan öncekiler de elçilerine yalancı demişlerdi. Halbuki elçileri onlara belgeler (mucizeler), hikmet dolu sayfalar ve aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi.” (35:25).
Şimdi de Ğafir Suresi’ne gidelim:
“Daha önce Yusuf da size o açık belgelerle (beyyinat ile) gelmişti. Getirdiği şeylerde ikileme düşmüş, öldüğü zaman da “Ondan sonra Allah, artık elçi göndermez.” demiştiniz. Allah, aşırı şüpheci birini işte böyle sapık sayar.” (40:34).
Şimdi Bakara Suresi’ne gidelim:
“Musa’ya o kitabı vermiş, ardından da onun izinden giden elçiler göndermiştik. Meryem oğlu İsa’ya da açık belgeler (beyyineler) vermiş, onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile güçlendirmiştik…” (Bakara 2:87).
“Sana, birbirini açıklayan âyetler indirdik. Yoldan çıkmışlar dışında hiç kimse onları görmezlik edemez.” (Bakara 2:99).
Bütün bu Kur’ani hakikatleri birlikte değerlendirdiğimizde ‘Beyyinat’ın ‘Rasuller’in hepsine gönderildiği sonucuna ulaşırız. Peki rasullerin getirmiş olduğu bu beyyinatın içeriği nedir?
Bu sorunun cevabını da Ğafir Suresi’nde buluyoruz:
“De ki: “Rabbimden beyyinat (açık âyetler) gelince, sizin Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza kul olmam bana yasaklandı. Bana, varlıkların Sahibine teslim olmam emredildi.” (40:66).
Demek ki beyyinat; Allah’tan tüm rasullerine -insanlara ulaştırmak ve onları tek ve bir olan Allah’a kul olmaya çağırmak, yeryüzü tiranlarını bütünüyle terk etmek- maksadıyla gelen mesajlardır. Hadid Suresi’ndeki şu ayeti de buna ilave etmeliyiz:
“Şurası kesin ki elçilerimizi açık belgelerle gönderdik; beraberlerinde Kitab’ı ve mîzanı indirdik ki insanlar her şeyin hakkını versinler…” (57:25). Yine Hadid suresindeki şu ayete bakalım:
“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarması için kuluna açıklayıcı ayetleri indiren O’dur. Allah size karşı şefkatlidir, ikramı boldur.” (57:9).
O halde “beyyinat”ın muhtevası şudur:
Tek ve bir olan Allah’a kulluk etmek + ‘qist’ (adil olmak, herkese hakkını vermek) + karanlıklardan aydınlığa çıkarmak + yeryüzü tiranlarına kulluk etmemek.
Peki ilke edinip uyguladığımızda tek ve bir olan Allah’a kulluk etmiş, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamış, yeryüzü tiranlarına kulluk etmemiş ve adaleti ayakta tutmuş sayılacağımız bu beyyinat Mushaf’ta nerededir?
Bu sorunun cevabını Nur suresinin başında buluyoruz:
“Bu, indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir suredir. Belki bilgilerinizi kullanırsınız diye bu surede beyyinat (birbirini açıklayan) ayetler indirmişizdir.” (24:1).
Allah Teala bu sureyi indirdiğini, farz kıldığını ve onda beyyinatı (birbirini açıklayan) ayetleri indirdiğini haber veriyor. Bu tanıma uyan surenin Hac suresi olduğunu şu ayetten anlıyoruz:
“Biz onu (Kitab’ı) bu şekilde, beyyinat (birbirini açıklayan) ayetler olarak indirdik. Allah, o yolu tercih eden (ve isteyen) kimseyi yoluna kabul eder.” (Hac 22:16).
Demekki ilke edinip uyguladığımızda tek ve bir olan Allah’a kulluk etmiş, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamış, yeryüzü tiranlarına kulluk etmemiş ve adaleti ayakta tutmuş sayılacağımız bu ‘âyât-ı beyyinât’ Hac suresiymiş. Nitekim dikkatle okuduğumuzda Hac suresinin ‘vahdaniyyet’ kavramına odaklandığını görürüz.
Hac Suresi
Beyyinat’tır.
Rasullere verilmiştir.
NUR SURESİ
Sıra numarası: 24
Bu sure ‘Âyât-ı Mübeyyinat’tır.
Nur suresi ‘Âyât-ı Mübeyyinat’tır, delili surenin şu ayetidir:
“Şurası bir gerçek ki size birbirini açıklayan ayetler, sizden önce yaşayanlardan örnekler, müttakiler (Allah’tan çekinerek korunanlar) için de mev’iza (öğütler) indirdik.” (24:34).
‘Müttakiler için mev’iz’nın Âl-i İmran suresi olduğunu daha önce açıklamıştık. Haşr suresinde “sizden önce yaşayanlardan örnekler” ayetini ele alırken yeniden değineceğiz.
‘Âyât-ı Mübeyyinat’ın Nur suresi oluşunun bir diğer delili de surenin şu ayetidir:
“Biz, birbirini açıklayan âyetler indirdik. Allah, doğru yolu tercih edeni doğru bir yola yöneltir.” (24:46).
‘Beyyinat’ın ne olduğunu bize açıklayan Nur suresidir. Surenin ilk ayetine baktığımızda Hac suresini işaret ettiğini görürüz: “Bu, indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir suredir. Belki bilgilerinizi kullanırsınız diye bu surede beyyinat (birbirini açıklayan) ayetler indirmişizdir.” (24:1). İşte bu ayet Hac suresini işaret etmektedir.
Nur Suresi
‘Âyât-ı Mübeyyinat’tır.
(İleride ele alacağımız üzere) daha önce yaşayanlardan örnekler sunmaktadır.
Yukarıda anlattığımız üzere müttakiler için de mev’izadır.
[1] İsra Suresi’nin şu ayeti de benzer bir mana vermektedir: “Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetler, doğru hükümlerdir. Allah’ın yanında bir başka ilah oluşturma (başkasının hükmünü/kararını Allah’ın hükmü/kararı yerine koyma), yoksa alçalmış ve kovulmuş olarak Cehennem’e atılırsın.” (17:39). (Mütercim).
[2] “Sana o mesânîden/ ikililerden yedi taneyi ve Yüce Kur’an’ı verdik.” (Hicr 15:87).
FURKAN SURESİ
Sıra numarası: 25
Bu sure ‘Furqân’dır.
Musa ve Harun’a gönderilmiştir.
Bütün âlemler için ‘nezîr’dir.
Daha sonra sureye Davut ve Süleyman, onların da ardından Mesih ve Muhammed vâris olmuştur.
Selamın en güzeli hepsine olsun.
Furkan suresinin ‘furkan’ ve ‘nezir’ oluşunun delili surenin ilk ayetidir: “Herkesi uyaran bir uyarıcı olsun diye kuluna o Furkan’ı indiren Allah, bereketin ve iyiliğin kaynağıdır.” (25:1).
Peki kime indirilmiş bu ‘furkan’?
1- Musa ve Harun’a indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Musa ile Harun’a o Furkân’ı, çekinerek korunanlar için aydınlanma ve doğru bilgi kaynağı olsun diye verdik.” (Enbiya 21:48).
2- Davud’a indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Nebîleri onlara dedi ki: “Ona komutanlık verildiğinin işareti, size ‘Sandık’ın gelmesidir. İçinde Rabbinizden sizi rahatlatacak bir şey, Musa ve Harun ailelerinin bıraktığı hatıralar olacak ve onu melekler taşıyacaktır. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için gerçek bir gösterge vardır.” (Enbiya 21:48).
3- Mesih aleyhisselama indirilmiştir, delili şu ayettir:
“Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, O indirmiştir. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir. Önceki insanların rehberi onlardı. Furkan’ı (doğruyu yanlıştan ayıran kitabı) da O indirmiştir.” (Âl-i İmran 3:3-4).
4- Musa, Harun, Davut, Süleyman ve Mesih’ten Furkan’ı tevarüs eden Muhammed’dir (s). Zira Mushaf’ı ellerimize bırakan odur.
Furkan Suresi
‘Furqân’dır, (hakkı bâtıldan/ doğruyu yanlıştan ayırandır).
Musa ile Harun’a indirilmiştir.
Sonra
Davut ve Süleyman
Sonra
Mesih
Sonra
Muhammed bu sureye vâris olmuştur.
Selamın en efdali hepsine olsun.
ŞUARÂ SURESİ
Sıra numarası: 26
Tâ. Sîn. Mîm.
‘Dokuz ayet’tir.
Bu sure ‘Kitab-ı Mübîn’dir.
Musa aleyhisselama gönderilmiştir.
Şuara suresi ‘Kitâb-ı Mübîn’dir, delili surenin ilk iki ayetidir:
“Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar, ‘Kitâb-ı Mübîn’in (her şeyi açıkça ortaya koyan Kitab’ın) âyetleridir.” (Şuara 26:1-2).
Bu sure ‘dokuz ayet’tir. Delili de surenin şu ayetleridir:
1- “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar, ‘Kitâb-ı Mübîn’in âyetleridir.” (26:1-2).
2- “Yeri görmediler mi? Her bir çiftten ne kadar güzel bitkiler bitirmişizdir! İşte bu olayda elbette bir ayet (tam bir ibret) vardır ama bunlardan çoğu inanacak değillerdir.” (26:7-8).
3- “Musa’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık. Sonra öbürlerini suya batırdık. İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama onların çoğu inanacak değillerdir.” (26:65-67).
4- Bunun ardından Allah Teala İbrahim ile kavminin kıssasını anlatmakta ve “İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama onların çoğu inanacak değillerdir.” (26:103) demektedir.
5- Sonra Nuh ile kavminin kıssası anlatılarak şöyle denmektedir: “105: Nuh’un halkı elçilerini yalancılıkla suçlamıştı… İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama bunların çoğu inanacak değildir.” (26:121).
6- Bunun ardından Hud kavminin kıssası gelmektedir. Ahkâfta oturan bu kavim Nuh kavminden sonra gelmiş ve Hud’u yalanlamıştı. Bunun üzerine Allah onları helak etmişti… “İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama bunların çoğu inanacak değillerdir.” (26:139).
7- Daha sonra Semud kavminden söz etmekte ve onların elçileri nasıl yalanladığını anlattıktan sonra şöyle demektedir: “İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama bunların çoğu inanacak değillerdir.” (26:158).
8- Daha sonra Lut kıssası gelmektedir. Allah onları bir yağmur göndererek helak etmiştir. “İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama bunların çoğu inanacak değillerdir.” (26:174).
9- Bunun ardından da Şuayb kıssası gelmektedir. Eykelilerin elçileri nasıl yalanladığı anlatıldıktan sonra şöyle denmektedir: “İşte bu olayda kesin bir ayet (ibret) vardır ama bunların çoğu inanacak değillerdir.” (26:190).
Şuara suresinde “bunda elbette bir ayet/ ibret vardır” ibaresi sekiz defa tekrarlanmıştır. Bir de surenin başında “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar, ‘Kitâb-ı Mübîn’in âyetleridir.” (26:1-2) âyeti var. Böylece toplam dokuz ayet olmaktadır.
“O Kur’an, elbette varlıkların Sahibi tarafından indirilmiştir. Onu, güvenilir Ruh (Cebrail) indirmiştir. Senin kalbine indirmiştir ki uyarıcılardan olasın. Apaçık Arap diliyledir. Kur’an, elbette öncekilerin ‘Kitap’larında da vardı.” (26:192-196).
Dokuz ayeti/ ibretlik olayı öğrendik. Şimdi bu dokuz ayetin kime indirildiğini araştıralım. Bunun cevabı Neml suresinde mevcuttur:
“Elini koynuna sok; lekesiz bembeyaz olarak çıkıversin. Bu, Firavun’a ve halkına karşı dokuz ayetin (belgenin, olayın) içindedir. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir halktır. Her şeyi açıkça gösteren belgelerimiz onlara gelince: “Bunlar açık büyüdür” dediler. İçlerinde en küçük şüphe olmadığı halde yanlış yaparak ve büyüklenerek onları (âyetleri), bile bile yok saydılar. Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu!” (Neml 27:12-14).
Aynı cevabı İsra suresinde de buluyoruz:
“Musa’ya elçiliğini ispatlayan dokuz ayet (belge) verdik. Sor İsrailoğullarına; o belgeler geldiğinde Firavun ona demişti ki “Ben senin büyülenmiş biri olduğuna kanaat getirdim.” (İsra 17:101).
Şuara Suresinde
Dokuz ayet (olay, belge) vardır.
Musa ve Harun’a indirilmiştir.
NEML SURESİ
Sıra numarası: 27
Tâ. Sîn.
Bu, Kur’an’dır.
Keza Kitâb-ı Mübîn’dir.
Namazı ikame eden, zekâtı veren, ahirete yakinen iman eden
müminler için müjde ve hidayettir.
‘Fazl-ı Mübîn’dir.
Müminler için hidayet ve rahmettir.
Bu surenin muhatabı Davut’tur, onun ardından da Süleyman’dır.
“Tâ. Sîn.”; Kur’an’ın sembolüdür. Aynı şekilde ‘Kitâb-ı Mübîn’in de sembolüdür, delili de Neml suresinin ilk âyetidir:
“Tâ. Sîn. Bunlar Kur’an’ın ve Apaçık Kitab’ın ayetleridir.” (27:1). Yine bu sure ‘hüdâ’ ve ‘büşrâ’dır, delili de surenin ikinci ve üçüncü ayetleridir:
“Doğruyu gösteren ve inanıp güvenenler için müjdeler içeren Kitab’ın âyetleridir. Namazı düzgün ve sürekli kılan ve zekâtı veren müminler için müjdeler içerir. Onlar Ahirete de içten inanırlar.” (27:2-3).
O halde sembolü “Tâ. Sîn.” olan Neml suresi Kur’an’ın tâ kendisidir. O aynı zamanda Kitâb-ı Mübîn’dir. Keza müminler için ‘hüdâ’ ve ‘büşrâ’dır.
Yine Neml suresi müminler için rahmet ve hidayettir, delili de surenin şu ayetidir:
“Kur’an mutlak doğruyu gösterir, inanıp güvenenler için de bir ikramdır.” (27:77).
Neml suresi ‘Fazl-ı Mübîn’dir de (apaçık bir nimet):
“Süleyman Davud’un yerine geçti. Dedi ki; “Ey insanlar! Bize kanatlı hayvanların dili öğretildi ve her şeyden verildi. İşte bu, en büyük ikramdır.” (27:16).
Allah Teala Neml suresini kast ederek onun apaçık bir fazilet/ nimet olduğunu haber vermektedir.
Neml suresi = Kur’an = Kitâb-ı Mübîn = müminler için ‘hüdâ’ ve ‘büşrâ’ = müminler için hidayet ve rahmet = Fazl-ı Mübîn, bunu öğrendik.
Peki kime nazil oldu bu sure?
Sebe’ suresindeki şu ayeti okuyalım:
“Davut’a katımızdan bir üstünlük verdik…” (34:10).
‘Fazl’ın Neml suresi olduğunu ve Davud’a indirildiğini göz önünde bulundurarak, bu anlayışla Maide suresinin şu iki ayetini okuyalım:
“Ey Ehl-i Kitap! Kitabınızdan gizlediklerinizin çoğunu ortaya çıkaran, birçoğunu da daha iyisiyle değiştiren Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir ‘Nur’ (ışık) ve ‘Kitâb-ı Mübîn’ (apaçık bir kitap) geldi. O Kitapla Allah, rızasına uyanları, onayıyla karanlıklardan aydınlığa çıkararak esenlik ve güvenlik yollarına sokar ve doğru bir yola yönlendirir.” (5:15-16).
Kitab-ı Mübin’in Neml suresi olduğunu yukarıda anlamıştık. O halde Allah Teala; “Size Allah’tan bir ‘Nur’ (ışık) ve ‘Kitâb-ı Mübîn’ (apaçık bir kitap) geldi.” diyorsa, demek ki Neml suresi ve daha önce Maide suresini işlerken açıkladığımız üzere ‘nur’ olan Maide suresi geldi. Yani size Allah’tan Maide ve Neml suresi geldi.
Tüm bunlardan şu sonuca ulaşırız: Tâ.Sîn, yani Neml Kitab-ı Mübin’dir ve Ehl-i Kitab ile Davud’a nazil olmuştur, onun ardından sureye Süleyman vâris olmuştur.
Daha önce öğrendiğimize göre Davud’a indirilen A’râf suresi Zebur’dur. O surede 204. ayet diyor ki:
“Kur’ân okunduğu zaman dinleyin ve susun ki iyilik bulasınız.” (7:204). Yani Neml suresi -ki bu sure Kur’an’dır- okunduğunda susup dinleyin ki merhamet göresiniz.
Bu Kur’an, yani Neml suresi İsrailoğullarına ilişkin çokça kıssa anlatır, onların ihtilafa düştükleri konuları aktarıp Davut aleyhisselamın şöyle dediğini açıklar:
“De ki: “Ben bu şehrin Sahibine kulluk etme emri aldım. Burayı dokunulmaz bölge (harem bölgesi) yapan O’dur; her şey O’nundur. Bana müslümanlardan (Allah’a teslim olanlardan) olmam da emredildi. Bir de Kur’an’a uyma emri aldım.” Yola gelen kendisi için gelir. Yoldan çıkan olursa ona de ki; “Ben sadece uyarıda bulunan bir kişiyim.” Bir de şunu söyle: “Her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur. O size ayetlerini (belgelerini) gösterecek ve onları tanıyacaksınız. Sahibin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (27:91-93).
Ayetleri dikkatle düşündüğümüzde Neml suresinde –fazl-ı mübinin bu sure olduğunu belirtmek için- “İşte budur fazl-ı mübîn” diyerek “hâzâ: bu” işaret ismini kullanır. Dolayısıyla “fazl” mesbuk olarak zikredilir. Diğer ayetlerde “fazl” zikredilirken “zâlike: işte o” işaret ismi kullanılır. Mesela;
“… İşte Allah’ın lütfu budur; onu, tercihini doğru yapana verir…” (5:54).
“… İşte Allah’ın ikramı budur; onu, tercihini doğru yapana verecektir…” (Hadid 57:21).
“Bu, Allah’ın ikramıdır. O, ikramını, doğru tercihte bulunana yapar. Allah büyük iyilik sahibidir.” (Cuma 62:4).
Peki Davud’a indirilen Neml suresinin konusu nedir?
Sure, Musa kıssaları dizisinden -Allah’ın ‘fazl’ı Davud’a verdiğini, onun ardından buna Süleyman’ın vâris olduğunu gösteren- bir kıssa ile başlar. Onu ‘Sultân-ı Mübîn’ kıssası izler. Ardından Salih’in Semud kavmine getirdiği mesajı özetler. Onu Lut kıssası ve kavminin helak edilmesi olayı takip eder. Surenin sonunda Allah’a hamd ve seçtiği kullarına selam vurgusu vardır. Sonra Allah Teala onları yeryüzünde halifeler (ardıllar) kıldığını hatırlatır. Daha sonra Allah’ın bir ve tek oluşu “Allah ile birlikte başka bir ilah mı var?” sorusu beş kez tekrar edilerek pekiştirilir.
NEML SURESİ
Sembolü: Tâ. Sîn.
Kur’an’dır.
Kitâb-ı Mübîn’dir.
Müminler için hidayet ve rahmettir.
Müminler için müjde ve hidayettir.
‘Fazl’dır.
Davud’a indirilmiştir.
Ehl-i Kitab’a indirilmiştir.
Davud’un ardından sureye Süleyman vâris olmuştur.
KASAS SURESİ
Sıra Numarası: 28
Tâ. Sîn. Mîm.
Kitâb-ı Hakîm’dir.
‘Ziya’dır.
‘Rahmet’tir.
Harun’a indirilmiştir.
‘Hak’dır.
Kasas suresi Kitâb-ı Mübîn’dir, zira “Tâ. Sîn. Mîm.” Kitâb-ı Mübîn’in alametidir. Delili surenin ilk iki ayetidir: “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar, Kitâb-ı Mübîn’in (her şeyi açıkça ortaya koyan Kitab’ın) ayetleridir.” (Kasas 28:1-2).
Demek ki sembolü “Tâ. Sîn. Mîm.” olan Kasas suresi Kitâb-ı Mübîn’dir.
Keza Kasas suresi ‘Hak’tır, delili de surenin üçüncü ayetidir:
“Biz sana Musa ile Firavun’un olaylarını, ‘Hak’ ile (gerçeğine uygun olarak) arka arkaya anlatacağız ki inanıp güvenen bir topluluk için faydalı olsun.” (28:3).
Kasas suresi ‘Ziya’dır da, delili de surenin şu ayetidir:
“De ki: “Hiç düşündünüz mü Allah, geceyi kıyamet (mezardan kalkış) gününe kadar sürdürse, Allah’ın dışında size ziya (ışık) getirecek ilah kimdir? Dinlemiyor musunuz?” (28:71). Allah Teala burada ziya/ ışık kelimesini işitme/ dinleme eylemiyle irtibatlandırmıştır. Bu kullanım tarzında Kasas suresinin kime indirildiğine dair bir işaret bulunmaktadır. Bu meselede kesin cevabı Enbiya suresinde buluyoruz:
“Musa ile Harun’a o Furkân’ı, ziyayı (ışığı) ve (çekinerek korunan) muttakiler için zikri (doğru bilgi kaynağını) verdik.” (21:48).
KASAS SURESİ
Sembolü; “Tâ. Sîn. Mîm”dir.
Kitâb-ı Mübîn’dir.
‘Ziya’dır.
‘Hak’dır.
İnanan ve güvenen bir topluluk için,
Harun’a indirilmiştir.
ANKEBUT SURESİ
Sıra Numarası: 29
“Elif. Lâm. Mîm.”dir.
“Kitâb”tır.
Enbiyaya verilmiştir.